29 Nisan 2007

19 - Benim Değerlerimi Bana Bırakın...

Siyasi partilerin benim değerlerimi bana karşı kullanmasına deliriyorum.. Ve bunu kullanan diğer tüzel kişilere ve kurumlara da.. Bunu yapan siyasi partilere hiç bir zaman sempati duymadım, duymayacağım..

Ben Türk’üm, ve Türk milliyetçisiyim, Türklüğe bağlıyım.. Ben Müslüman’ım, dinimi kendimce yaşıyorum.. Bu benimle Allah arasında.. Ben Laik’im.. Dini bir yönetim istemiyorum.. Dinimi ayrı, devlet yönetimimi ayrı görüyorum.. Ben Atatürkçü’yüm, Atatürk’ü herkesten iyi anlamak için öğrenmeye çalışıyorum... Hayatını, savaşlarını, devrimlerini, bu ülkeyi nasıl kurduğunu.. Ben herkesten daha demokratım, daha demokratiğim.. Her türlü yönetimin seçimle gelmesi gerektiğine inanıyorum.. Ben Cumhuriyetçi’yim, Cumhuriyet’ten başka bir yönetimle yönetilmek istemiyorum.. Türk olan da, Kürt olan da bu ülkenin vatandaşı benim için.. Birbirine düşman iki toplum değil.. İşçiden de yanayım, patrondan da.. İkisi de gerekli bu ülkeye, ve onlar düşman değil..

Türklüğü kullanan kesimlerden daha iyi biliyorum Türk Tarihi’ni.. Türklüğün ne demek olduğunu, değerlerini, geçmişini.. Sadece onlar mı Türk? “Diğerleri” Türk değil mi? Türklüğe bağlı değil mi? “Türklük” ve “Türk Milliyetçiliği” kimsenin tekelinde değil..

Dini kullanan kesimlerdekiler benden daha müslüman değil.. Ben onlardan daha layıkıyla yaşıyorum dinimi.. İçim dışım bir.. En çok da “kul hakkı”na dikkat ediyorum.. Onlar benim kadar değer veriyor mu “kul hakkı”na..? Bir tek onlar mı Müslüman? Ben Müslüman değil miyim? “Müslümanlık” kimsenin tekelinde değil..

Laik olduğunu iddia edenler, dinin devlete karışmamasını isterken, devlet olarak dine müdahele hevesi içindeler.. Bu mudur “Laiklik”? Dini yönetim de istemiyorum, devletimin insanların dinlerini yaşamalarına karışmasını da.. Laikliği savunanlar mı istiyor sadece “Laik Devlet”i? “Diğerleri” şeriat düzeni mi istiyor? “Laiklik” kimsenin tekelinde değil..

Atatürkçü olduğunu söyleyenlerden daha Atatürkçü’yüm.. Atatürkçülük onun rozetini takmakla olmuyor, onu savunduğunu söylerken “diğerleri”ne saygısız olmayı gerektirmez.. Atatürk bu ülkede “parti” falan kurmadı.. “Atatürk’ün partisi” yok, “Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti” var.. “Atatürkçülük” kimsenin tekelinde değil..

“Demokrat” olduğunu söyleyenlerin parti içi yönetimlerde demokratik olmayan yöntemler kullanması, ne kadar “demokrat” olduklarının göstergesi.. Bir tek siz mi “demokrat”sınız? “Demokrasi” kimsenin tekelinde değil..

Cumhuriyet isteyenler için, “diğerleri” “Monarşi” isteyenler mi? “Padişahlık” mı istiyorum ben? Başka bir yönetim biçimi mi? “Cumhuriyetçilik”in temel niteliklerine ters davranışlar sergileyip, sonra “Cumhuriyetçi” olduğunu söyleyenler ne kadar “Cumhuriyetçi”? “Cumhuriyet” ve “Cumhuriyetçilik” kimsenin tekelinde değil..

Zengin olanın düşmanı mı fakir olan? Fakirlerin ekmeğini veren patronları kötü insanlar mı? Zengin olmaları suç mu? Zengin oldukları için kötü insan mı olmaları gerekiyor? Merhametli ve iyi insan olamazlar mı? Fakir olan bir gün para kazanıp zengin olunca “kötü insan” mı olur? Zenginlik gelip geçici.. Kimse sonsuza kadar zengin olamaz.. Önemli olan maddi zenginlik değil.. Ben zengin de değilim fakir de.. Beni nereye koyacağız?

Kürtler Türkler’in düşmanı mı? “Kürt Millyetçiliği”ne ne gerek var? Aynı topraklarda yıllardır yaşayanları şimdi düşman ilan etmeye çalışmayın.. Bu vatanda yaşayan herkes benim için “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı”.. Sadece Türk kökenli olanların tekelinde değil Türkiye Cumhuriyeti..

Ezan’dan da, 10. yıl Marşı’ndan da, Mehter Marşı’ndan da, Atatürk’ten de, onun Laiklik söylemlerinden de, Cumhurtiyet’inin değerlerinden de, demokratik seçimlerden de, zenginden de, fakirden de, Kürt arkadaşlarımdan da, soğumak istemiyorum bu insanlar yüzünden.. Kullanmayın bunları.. Onlar kimsenin tekelinde değil.. Benim..

Beni bunlara “karşı” veya “taraf” olmaya zorlamayın.. Ben bu değerlerin hepsine sahibim.. Hiçbiri sizin değil.. Bu milletin değerleri.. Bu değerlerin hepsine saygılı olun, kullanmayın.. Ülkeyi bölmeye çalışmayın.. Bunları kullanan herkes benim gözümde “bölücü”dür..

Bana icraatlarınızı anlatın.. Yapacaklarınızı.. Çözüm önerilerinizi.. Projelerinizi.. Bırakın işkembeden attığınız basit söylemleri.. Kullanmayın “benim” değerlerimi “bana karşı”... Böyle siyaset olmaz..

NUR ERDEM ÖZEREN
29.04.2007

28 Nisan 2007

18 - “Demokrasi”ye bak “Demokrasi”ye...

İlk defa bir yazıma başlarken çok uzun olacağını biliyorum. İlk defa söyleyecek o kadar çok sözüm var ki, gece saat 01:30’da uzun uzun yazmak üzere aldım önüme bilgisayarımı...

Aslında “sadece” Abdullah GÜL’ün adaylığı ve Cumhurbaşkanı seçimi ile ilgili bir yazı yazacaktım... 3 gün önce, “tek” aday açıklandığında... Ama “gelişmeler”, olayı çok farklı bir tarafa götürdü.

Abdullah GÜL, “tek başına” bakınca, Cumhurbaşkanlığı için bence “nitelikli” bir isim. Tahsili ile, duruşu ile, ağırbaşlılığı ile, “temiz”liği ile; ki onca AKP’li isimden kimileri yolsuzluklar, kimileri ise geçmişteki anti – laik söylemleri nedeniyle bu kadar “kirlenmiş” durumdayken, doğru bir isim bence.

Öyle konuşulduğu gibi “kukla” falan olacak bir kişi de değil. Fazilet Partisi’nde “gelenekçi – yenilikçi” ayrımını başlatırken, bu geleneği, hem de en güçlü zamanlarındayken, sarsan kişi Abdullah GÜL’dü, ve o zaman kimse Recep Tayyip ERDOĞAN’ı ve Abdullah GÜL’ü onun yönettiğini falan konuşmuyordu. Ve bu kadar “güçsüz” bir insan olsa böyle güçlü bir iktidar içinde “ikinci adam” olamazdı. Bu tip yorumlar yapanların, GÜL’ün tabandaki gücünü ve şu anda bulunduğu konumu gözardı ettiklerini düşünüyorum. Bu konum, öyle “kukla”lıkla falan elde edilemez.

Ama bir yerlerde “çok büyük” bir problem var. Evlilik öncesinde karı – koca adayları yalnız başlarına karar veremezler, hiç bir konuda, isteseler de, aileler de “evlenir”... Evlilik sonrasına bakınca da, bireylerin, hele ki konumları itibariyle “birey”likten çıkıp “toplum”a mal olmuş bireylerin yaptıkları şeyler “bireysel” olarak algılanamaz, çekirdek ailenin tamamını bağlar. Bu durumda, Türkiye Cumhuriyeti aleyhine A.İ.H.M.’ye dava açan birinin Türkiye’nin “First Lady”si olmasına ben tahammül edemem, ve bu “bireysel” bir tercih olarak değerlendirilemez, “toplum”u bağlar.

Ama bir de şöyle bir gerçek var, Abdullah GÜL bu ülkede “Başbakanlık” yaptı, Bu ülkede ERBAKAN da “Başbakanlık” yaptı... O zaman neredeydi şimdi bağıranlar? Cumhurbaşkanlığı bu kadar mı farklı? Başbakan da bu ülkeyi içeride ve dışarıda temsil etmiyor mu? Başbakanlık makamı “demokratik, laik Cumhuriyet”in kalesi değil mi?

Benim bu noktada anlayamadığım bir başka konu, AKP içindeki ANAP, DYP ve MHP kökenli milletvekillerinin tavırları. Neticede AKP “merkez sağ”ın tamamından isimler barındırıyor içinde, “merkez sağ”ın yeni “merkez”i... Yıllarca sanki sadece “sol” a karşı mı muhalefet etmişlerdi bu isimler? Ben 4,5 yıldır bir çok kişinin aksine AKP’yi tehdit olarak görmedim, çünkü içinde çok sayıda “kaygıya neden olan görüşlerin sebebi Milli Görüş Geleneği”nden gelmeyen, ANAP, DYP ve MHP kökenli milletvekili ve diğer makamlarda kişiler vardı. Asıl emniyet subabı Ahmet Necdet SEZER ya da Ordu değil, bu milletvekilleri idi benim için. Ama “bugün”, yıllarca muhalefet ettikleri “konu”lardan birini destekliyorlar. Eminim ki bugün bu kişiler “eski partilerinde” olsalardı, bu şekilde oy kullanmazlardı. “İktidar Gücü” biraz da burada devreye giriyor sanırım.

Keşke T.B.M.M. içindeki herkes “demokratik” bir şekilde oy kullanabiliyor olsaydı, “grup kararı”ndan bağımsız. O zaman Cumhurbaşkanı’nı “bir kişi” değil, T.B.M.M. seçmiş olurdu. O zaman “bir kişi” değil, “bir kaç kişi” aday olabilirdi. Asıl handikapımız burada... Bugün “demokrasi”mizde “Cumhurbaşkanı Adayı”nı “İktidar Partisi Genel Başkanı” belirliyor. Halk veya “kamuoyu” değil. “Demokrasi”ye bakın...

Ama öyle bir “demokrasi” ki bizimki, ANAP ve DYP’den meclise oy kullanmaya giden milletvekillerinin varlığı, “lider”lerinin “gücü”nün ve “hakimiyeti”nin göstergesi olarak değerlendiriliyor. CHP milletvekili Esat CANAN’ın partiden ihracı konuşuluyor. “Demokrasi”ye bakın...

Aynı “demokrasi”nin seçiminin sonucu, Anayasa Mahkemesi’nin kararına bağlı. “Demokrasi”nin göstergesi T.B.M.M.’de sonuçlandıramıyoruz “seçim”i... “Demokrasi”...

CHP, 4,5 yıldır “kendini şaşırmış körü körüne muhalefet”ini “Cumhurbaşkanlığı Seçimi”nde de gösterdi. Sayın BAYKAL, Tayyip ERDOĞAN’ın “adaylığını engelleme” “başarı”sını gösterdiklerini düşünüyor. Zihniyet... “Demokrasi”...

“14 Nisan Mitingi” de bu işe yaradı. Orada sadece Tayyip ERDOĞAN’ın adaylığına karşı çıkıldı... “Sizi istemiyoruz, siz olmayın da kim olursa olsun” dendi Recep Tayyip ERDOĞAN’a.. Biz “şunu” isteriz demedi kimse. Keşke deseydi..

14 Nisan’da kendini “tam” anlatamayanlar, bu kez Çağlayan’da buluşuyor... “Demokrasi” için... “Muhalefet yetersizliği”, muhalefeti “meclis dışı”nda arattırır oldu Türk Milleti’ne...

Ama az önce,“demokrasi”ye bugüne kadar 4 kez “müdahele” eden Türk Silahlı Kuvvetleri, “2007” yılı dünyasında, “demokratik” Türkiye Cumhuriyeti’nde bir müdaheleye daha hazırlandığını gösterdi. Kimine göre muhtıra, kimine göre bildiri... Ama yöntem ilginç... “Basın Bülteni”... Ve “internet”...

Peki Türk Silahlı Kuvvetleri, neden zaten “düzenli müdahele için icat edilmiş” Milli Güvenlik Kurulu’nda açıklama yapmıyor? Konunun “önemini” ve “vehametini” belirtmiyor? Ya da “iktidar”a hemen bu günün akşamında “birebir” görüşme ile sıkıntısını dile getirmiyor? Bunun yerine 12 Nisan’daki konuşma ve 27 Nisan’da “basın açıklaması” ile “müdahele” ediyor.. Neden? Ordu’nun “demokrasi” anlayışı da bu mudur?

Merak ediyorum, ordu “müdahele”sinin şeklini değiştirirse, mutlu olacak mı bir tarafta işi bu kadar yokuşa sürenler, bir tarafta orduyu gaza getirenler? O zaman nerede iktidar olacaklar? Nerede muhalefet olacaklar? “Demokrasi” nerede kalacak?

Bugüne gelmemizde, hem iktidarın, hem de CHP’nin, dikkat edin, muhalefetin değil, CHP’nin, büyük suçu var. Çünkü DYP ve ANAP’ın gücü belli, buna rağmen “seçime gidelim” diyor.. Israrla... Ama CHP, 367’ye takılacağına, “sine – i millet”e gidebilirdi.. Alın size “seçim”, alın size “demokrasi”...

Ama sabredemedik.. Özellikle çığırtkanlık yapanlar sabredemedi “seçim”e kadar... Ya da oraya odaklanıp “seçim”i erkene alma dirayetini gösteremediler... Çözüm “seçim”deydi... İster 2 ay sonra olsun, ister 6 ay sonra... Tepki varsa, AKP’yi indirin iktidardan, ne güç kalsın, ne güçlü Cumhurbaşkanı...

Deniyor ki, hem Meclis Başkanlığı, hem Başbakanlık, hem de Cumhurbaşkanlığı aynı zihniyetin elinde olacak.. Ne zaman? 5 ay... 2 ayı, Temmuz – Ağustos, meclis tatil... Sonra... Seçim propagandaları başlamış olacak... Kim olursa olsun bu makamlarda, bu süre içerisinde ne yapabilir?

Burada “tüm muhalefet”in yapması gereken, seçim için güçlenmeye çalışmaktı.. Birleşmeleri hızlandırarak... Geçmişine bakın “Türk Siyaseti”nin... Güçlü bir “sol”da birlik, “sol” bir siyasi parti, % 30’u zorlamaz mı? Adalet Partisi veya Demokrat Parti ekolünü temsil edebilecek “güçlü” bir “sağ” parti, % 30’u zorlamaz mı? Bunun için çaba sarf eden yok... Herkes kendi köyünde muhtar olma hevesinde... 30 Parti ile seçime... Sonuç...? AKP’nin gücü bu “birlik”ten geliyor... Bunu “becerebilen” olmadığı için 4,5 yıldır oy kaybetmiyor...

“Demokrasi”, içinden alternatifini çıkaracaktır umudu içindeydim, ama bu gece, gelinen son durum, bu umudumu kırdı... Ordu’nun açıklaması, ve son günlerdeki gelişmeler, “demokrasi”ye olan inancımı azalttı..

Benim yaşımdakiler, 1970 ve sonrası doğumlular, araştırmamışlarsa, askeri darbeleri çok iyi bilmezler, zaten okullarda da öğretilmez... Son günlerde dizilerden ve sinema filmlerinden azar azar öğrenmeye başlıyorlar... Ama ben sebeplerini, sonuçlarını, uzun vadeli sonuçlarını araştırmış olan, ve bilen biri olarak biliyorum ki, Türkiye’nin bir “askeri darbe”ye daha gücü yok... 2007 yılındayız, hele ki 2007 yılı dünyasında, öyle 10 yıl, 20 yıl değil, 84 yıl öncesine geri döneriz...

NUR ERDEM ÖZEREN
28.04.2007 – 03:00

23 Nisan 2007

17 - Kadir Has... Ve Ben...

İki liste açıklandı... Yaklaşık iki ay arayla... Forbes’un “Kişisel servet” listesi, ve Maliye Bakanlığı’nın “Gelir Vergisi” listesi... Lütfen iki listedeki sıralamalara bakın.. “Kişisel servet” listesi sıralamasında Forbes’un listesine girenlerin “Vergi” sıralamasındaki yerlerine bakın. Benim iki isim dikkatimi çekti. Bu kadar kişisel servete rağmen nasıl bu kadar az vergi matrahları çıkıyor, ya da ödemişler, anlamak mümkün gelmiyor bana. Benim dikkat etmediğim başka isimler de olabilir tabi.

Bir diğer taraf daha var.. Yaklaşık bir ay önce “hayırsever işadamı” Kadir HAS’ı kaybettik. Dile kolay, 600 milyon dolara yakın para harcamıştı “hayır işleri” için. Kıymeti bilindi mi peki? Ne kadar vefa gösterdik acaba Kadir HAS’a..?

Bir yanda yukarıda bahsettiklerim, diğer yanda Kadir Has ve onun gibi bir çok hayırsever işler yapan işadamları var. Rahmetli Vehbi KOÇ, rahmetli Sakıp SABANCI, ilk akla gelenler, ve daha bir çoğu, eğitim ve sanat kurumlarına imzalarını atanlar... Hala yaşayan hayırseverler de var. Nasıl karşılık alıyorlar peki? Neden yapıyorlar bunu? Hiç düşündünüz mü?

Ben düşündüm. Şimdi anlatacağım.... “Bence”sini... Kendimden pay biçerek biraz da..
Can DÜNDAR, bir yazısında, okuduğu bir kitapta yazarın cenazesini hayal etme önerisini, ve cenazesini nasıl hayal ettiğini yazmıştı. Ben de o zaman daha detaylı düşündüm. Ama onun yazdığı gibi ailemin, yakınlarımın nasıl olacakları değildi düşündüğüm.

Ben cenazemin çok kalabalık olmasını istiyorum. Ama çok. 80 yaşında da ölsem, 100 yaşında da ölsem, desin ki “her katılan”, “keşke daha ölmeseydi, bu ülke için, bu insanlar için yapacağı daha çok şey vardı”...
O kadar çok hizmet etmiş olayım ki “insanlara”, ve “memleketime” benim “erken” öldüğümü düşünsün herkes.
Bir de, aynı katılanlar, “bana da şöyle bir faydası dokunmuştu” ya da “bizim şu tanıdığımızda böyle bir faydası dokunmuştu” desinler istiyorum. Direk veya dolaylı, bir sürü insana “faydamın dokunmuş olmasını” istiyorum.
Benim için budur en güzel cenaze.

Hiç yaptınız mı bilmiyorum, karşınıza birilerini alıp, onunla konuşmak, ona bir şeyler öğretmek, onun hayatını yönlendirmesine katkıda bulunmak, onun için bir şeyler yapmak, yardım etmek, ve sonra gözlerinde parıltıyı ve içlerinden geçirdikleri “allah razı olsun”u görmek... O kadar büyük bir haz ki.. Bunu yapan, yaşayan çok iyi bilir bu hazzın ne kadar büyük olduğunu. Ve bir tutku olur sonra insanlara yardım etmek.

Herkesin bu kadar “ben”merkezci olduğu, önce kendini düşündüğü, hatta sonra bile “toplum”u düşünmediği bir ortam her geçen gün yayılıyor. “Başkaları” umrumuzda değil artık. Ama bir kere yaşayınca, bir kere bu hazzı tadınca, vazfeçilmez bir tutku haline geliyor bu. Kendinizi adıyorsunuz.

İşte bu yüzden “hayırsever” insanlar bu kadar “hayır”lı iş yapmaya çalışıyorlar. Durmadan... “Birileri”nin hayatını değiştirmenin hazzını yaşadıkları için..

Herkesin bir ibadet şekli var, benimki de insanlara yardım etmek, içlerinden geçirdikleri “allah razı olsun”ları hissedebilmek.. Ve bu sadece “para” ile olmuyor.. Herkese yardım edebilecek kadar param yok çünkü..

NUR ERDEM ÖZEREN
23.04.2007

16 Nisan 2007

16 - Ana Muhalefet Lideri; Ahmet Necdet Sezer

Günlerdir Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığı tartışılıyor. İyi de oluyor. Bu “bahane” ile Türk halkı “siyaset”le daha bir ilgilenir oldu. Her kesimiyle.

Resmi kurumlardan ilk büyük muhalefet ordudan geldi. Org. Yaşar BÜYÜKANIT, Cumhuriyet’in temel niteliklerine sözde değil özde bağlı bir Cumhurbaşkanı seçileceğini umduklarını söyleyerek hükümete “mesajını” verdi. İnce bir dille.

Sonra Ahmet Necdet SEZER “Harp Akademileri’nde” veda konuşmasında “rejim tehdidi” olduğunu vurguladı.

Sayın SEZER, ilk defa bir konuşmasında bu kadar açık bir şekilde muhalefetini dile getirdi. Resmen bir “Ana Muhalefet Lideri” gibi, isim vermeden, ama direk olarak AKP’yi ve hükümeti hedef alan sözlerle, eleştirilerle, ithamlarla, iddialarla yıllardır içinde tuttuklarını dışarı bıraktı.

Altını çizerek hemen belirtmek istiyorum, AKP’yi ve hükümeti destekler bir görüş içinde olduğum veya SEZER’in fikirlerine katılmadığım gibi bir düşünce olmasın, “savunmacı” bir yazı değil bu. O konudaki fikirlerim ayrı, bu yazıda onları tartışmıyorum.

Benim asıl değinmek istediğim, acaba doğru mu SEZER’in bu tavrı. “Resmen” “muhalefet” etmiş olmuyor mu AKP’ye? Görev süresi boyunca “sol” görüşlü bir partinin lideri gibi davranmadı mı? Biz mi yanlış yorumladık?
Yıllar önce ÖZAL ile başlayan bir tartışma vardı.. Cumhurbaşkanı tarafsız olmalıydı. Partiler ile bağlantısı olmaması gerektiği konuşuldu. ÖZAL bunu başaramadı, öyle olmak da istemedi zaten, DEMİREL ise ilk bir kaç aydan sonra DYP’ye hiç karışmadı, daha o yıllarda “partiler üstü” oldu. Peki sizce şimdi SEZER tarafsız mı?
Açıkça taraf değil mi AKP’ye karşı? Dayanak olarak “Anayasa” gösterilince “meşru” mu oluyor muhalefet olmak?

Bence SEZER ilk günden itibaren Anayasa Mahkemesi Başkanlığı görevine devam etti Cumhurbaşkanlığı makamında. Sadece gelen yasa tekliflerini onayladı veya reddetti. Başka?

Görevlerinden biri “Devleti ve Milleti Temsil Etmek” olan Cumhurbaşkanımı ben hiç yurt dışında beni ve devletimi temsil ederken göremedim.. Neden? Gören var mı? Tatmin olan?

Kafamı kurcalayan bir başka soru da, “Cumhur”un başkanı “cumhur”dan bu kadar kopuk ve “cumhur”a karşı bu kadar soğuk olur mu? Bugün seçime girse kaç kişi oy verir acaba SEZER’e?

Ne kadar “layıkıyla” yaptı sayın SEZER Cumhurbaşkanlığı’nı, bunu tartışmıyoruz. O kadar korkmuşuz ki AKP’den, Cumhurbaşkanı’na ve orduya “sığınmışız” bizi korusun diye. Demokrasiye bakın ülkemdeki.. Hiç muhalefet partisi yok alternatif olarak “sığınılabilen”...

Kimimizin “rejimin koruyucusu” olarak gördüğü Cumhurbaşkanlığı makamı ve sayın SEZER’in yetkileri, gelen yasaları sadece “bir kez” veto etme hakkını veriyor. Hükümet eğer isterse “aynı yasayı” ikinciye köşke gönderebiliyor, Cumhurbaşkanı’nın da bunu reddetme yetkisi yok. En fazla Anayasa Mahkemesi’ne gönderebilir. Dolayısıyla öyle bir koruyuculuk yapma yetkisi yok. “Ne yazık ki”.. Yanlış yere sığınıyoruz.

Ortada bence de bir sürü sıkıntı var AKP iktidarına dair.. Ama Sayın “Cumhurbaşkanı SEZER’e soruyorum; madem ortada bir “rejim tehdidi” var, “ılımlı islam” diye bizi “radikal islam”a hazırlıyorlar, “laik düzen” ve “anayasal rejim” tehdit altında, ülkeyi ve “cumhur”unuzu bu tehditlerden korumak için, “neden” Cumhurbaşkanlığı seçim sürecine girmeden önce “Meclis”i seçime taşımadınız? (T.C. Anayasası Madde 104 & Madde 77) O zaman bu konuşmadan daha somut ve etkili bir tepki vermiş olmaz mıydınız? Neden bu yetkinizi ve “anayasal hak”kınızı kullanmadınız? Yanlış mı yorumluyoruz yoksa Anayasa’yı?

NUR ERDEM ÖZEREN
16.04.2007