5 Ekim 2008

70 - Düellolar ve Türk Medyası

Son günlerde arka arkaya medyaya yansıyan düellolarla karşılaştık… Önce DOĞAN – ERDOĞAN, Sonra KILIÇDAROĞLU – FIRAT…

KILIÇDAROĞLU – FIRAT düellosundan ne çıktı? Sonuç ne? Kim kimi yendi? Hangisi daha temiz şimdi?

İki politikacı, sen mi daha kirlisin ben mi kavgası verdiler… Zaten yeterince kirli olan “Siyaset Kurumu”nu daha da kirlettiler… Siyasete ve siyasetçiye olan güveni daha da azalttılar, öldürdüler…

Ellerinde ne var şimdi? Hangisi dürüstlüğünü kanıtladı? Artık belge göstermek bile hiçbir işe yaramaz hale geldi… Yarısının sahte olduğu iddia ediliyor… Karşılıklı…

Düelloları özledim ben… Ama böyle seviyesiz anlamsız, amaçsız olanlarını değil…

Reha MUHTAR’ın gerçek gazeteci olduğu ve TRT’de gerçek “Ateş Hattı”nda liderleri buluşturduğu düelloları… Ve içeriğinde kimin daha dürüst olduğu değil, kimin hangi konuda ne projesi olduğu konusunun olduğu düellolar…

Bunlar siyaseti yüceltirdi, güzelleştirirdi… Şimdikiler ise daha çok kirletmeye devam ediyor… Ve siyasete girmek isteyebilecek dürüst insanları uzaklaştırıyor… Bu kirlenmiş gömleği giyme isteğini azaltıyor insanlarda…

Bir yandan bakıyorum, bir başbakan, bir medya patronunu nasıl bu kadar büyütüp, direk muhatap alıp 2 – 3 hafta boyunca mikrofonun karşısına her geçtiğinde ondan bahseder?

Bir yandan da, ben her ne kadar sevmesem ve kabullenemesem de, bu kişi sadece bir medya patronu değil, aynı zamanda son yılların en çok vergi verenlerinin başında… Ve malvarlığıyla da listenin üst sıralarında… Hatta en başında…

İki tarafın da eleştirilecek ayrı yönleri var bu çekişmede… Her ne kadar artık küllenmiş ve konu kapanmış olsa da… Her ne hikmetse…

Sayın Başbakan, iki yıl önce yaşanmış Hilton arazisi mevzusunu neden böyle bir dönemde gündeme getirdi? Bu önemli bir soru işareti…

Aydın DOĞAN; nasıl bu kadar samimi ve rahat diyalog içerisinde olabildi Sayın Başbakan’la? Bu noktaya gelene kadar köprünün altından ne sular geçti?

Tabi bunların yanında, Başbakan’ın çizdiği güçlü portre, kendinden emin hal ve hareketleri, eminim destekçilerinin oldukça hoşuna gitmiştir…

Olayın diğer tarafı, Aydın DOĞAN’ın medyasının ne kadar yanlı haber yaptığını daha da gözümüze soktu…

Bu düellodan sonra bir anda Kanal D, CNN Türk ve Star’da çarşı – pazar gezilmeye başlandı… Esnafın durumunun ne kadar kötü olduğu, alışveriş yapanların ne kadar zorlandığı, hayat pahalılığı, enflasyon haber yapılmaya başlandı… Her gün başka bir formatta, başka bir bahaneyle…

Hürriyet – Milliyet – Radikal’de ekonomik krizle ilgili haberler yapılmaya başlandı…

Merak ediyorum, Doğan Medyası editörleri, çalışanları, aylardır başka bir ülkede mi yaşıyordu? Ekonomik kriz, çarşı – pazarda, vatandaşın cebinde yeni mi hissedilmeye başlandı?

Ülkede aylardır her geçen gün daha da zorlaşan ekonomik koşullar var… Bu gerçeği görmeniz ve göstermeniz için Başbakan’ın Aydın DOĞAN’a çatması mı gerekiyordu?

Şimdi bir tez konusu yaşanacak Mart ayında… En büyük medya grubuna karşı iktidar savaşacak… Medya desteği olmadan bir iktidar seçim kazanabilecek mi göreceğiz…

Tam tersini, medya desteğiyle başarı hikâyelerini önce 1999’da ECEVİT – BAHÇELİ ikilisinde gördük… Sonra da daha barizini 2002’de Cem UZAN’da…

Bakalım Mart’taki yerel seçimlerde, en büyük medya grubunu karşısına alan iktidar ne yapacak? Bu durum seçim sonuçlarına nasıl yansıyacak?

NUR ERDEM ÖZEREN
05.10.2008

4 Ekim 2008

69 - Ailemin Dördüncü Ferdi…

Çok özledim seni… Tam 5 yıl oldu… 10 yıllık birlikteliğin sonrasında… Senden ayrılalı… 60 aydır her ay geliyorum seni ziyarete… Seni unutmuyorum… Dertleşiyorum… Özlüyorum…

Son 1,5 ayın geliyor aklıma… Nasıl “kurtar beni bu dertten” diyen gözlerle bakışın… Bir sürü operasyon geçirişin… Benim seni kurtaramayışım… Kimsenin kurtaramayışı…

Son gece hiç çıkmadı aklımdan… 25 Eylül’ü 26 Eylül’e bağlayan gece… Saat 3’ü 23 geçerken… Son kez görmek istedin beni… Narkozun etkisiyle deliksiz uyurken, son nefesini vermeden görmek istedin beni… Yattığın yerden doğruldun… Onur’a beni çağırttırdın…

Ellerimde vermek istedin son nefesini… Başın iki elimin arasındayken… Ben senin, sen benim kokumu duyacak kadar yakınındayken…

10 saniyede geldi Burak abi… Ellerim titreyerek 15 dakika uğraştım ben de onunla… Seni geri getirmek için… “Ne olur gitme” diye bağırarak… Suni teneffüs… Kalp masajı…

Kurtaramadım seni… Gücüm yetmedi… Ayrılma zamanını ötelemeye… 2 ay her gece rüyamda kurtardım seni sonra…

Kendi ellerimle, bezlerinden birine sarıp, ilk defa arabanın bagajına koydum seni bir yolculukta… Kendim kazdım toprağı…

En acısı da bedeninle son kez vedalaşmaktı… Sertleşmiş… Soğuk… Başını elimin arasına son kez alıp sevdikten sonra… Üzerine toprak örtmek…

O günden sonra her ay geldim sana… Seni unutmamak için… Beni en iyi anlayan, en iyi dinleyen dostumla dertleşmek için… Kimseye anlatamadıklarımı anlatmak için…

İhanet etmek istemedim sana… Bir başka dost edinerek… Ve bu acıyı bir daha yaşamak istemedim…

Şifrelerimde yaşıyorsun… Unutmuyorum..

Seni çok özledim… Özledik… En çok da Nuriş… ve ben… Ama herkes özledi seni… Çevremdeki herkes, sen gidince daha iyi anladı kıymetini…

Herkes o kadar kabullenmişti ki, senden sonra taziyeye geldiler… Kendilerini yadırgayarak..

Senden sonra… Bir yıl boyunca Fruko şişelerini atamadım önce… Sana vermek için… 5 dakika oynayıp kapağını çıkar diye…

İstanbul’dan dönünce kapıyı sen açacaksın sandım yine… Vücudunu oradan oraya sallayarak… Bazen dayanamayıp seslendim içeriden çık gel diye…

Zincirini kaldırmadım hala… Girişte asılı duruyor… Koltuğunu atmadım… Sadece senin yattığın… Odamda hala… Kokunla…

Gümüş “sen” boynumda hala… Yazları da cebimde… 15 yıldır…

Ama sahile inemiyorum artık… Seninle yürüdüğüm… Seninle yürümeyi öğrendiğim…

Sayende çok şey öğrendim… Bir sürü insanla sayende tanıştım… Sen yokken tanışmayı öğrendim… Sosyalleştim… Seninle büyüdüm…

Vefalılığı öğrendim… Hangi gün, hangi saatte gelirsem geleyim sevinçle karşıladın beni… Sevginin karşılıksız olabileceğini öğrendim…

Konuşmadan gözlerle neler anlatılabileceğini öğrendim… Dilin yoktu sadece… Her şeyi anlıyor, her şeye tepkini verip kendini anlatıyordun… Ben de seni anlıyordum… Konuşmadan anlamayı da öğrendim insanları…

Minnettarım sana… Seninle birlikte büyüdüğüm için… Sevgiyi daha iyi anlattığın için… Bana çok şey öğrettiğin için… Nuriş’i hiç yalnız bırakmadığın için…

İnsan olmayan bir varlığa bu kadar değer verdiğim için yadırgadı herkes… Ben o değeri hala veriyorum sana… Sen benim ailemin dördüncü ferdiydin, hala öylesin… Öyle kalacaksın…

Biz seni çok özlüyoruz… Hepimiz… İçimizde sonsuza kadar yaşayacağız… Zaman sadece acımızı külleştirdi… Artık ağlamadan anıyoruz seni… Anılarla… Resimlerinle… DAISY.

NUR ERDEM ÖZEREN
04.10.2008