28 Şubat 2009

89 - Klasik İktidar Döngüsü… ANAP… AKP…

Tarih gerçekten tekerrürden mi ibaret bilmiyorum… Ama Türk siyasetinde şu anda 2000’lerin başı tam olarak 1980’lerin başının tekerrürü gibi görünüyor…

1980 İhtilali ile birlikte 80 öncesi siyasetçilerin tamamı siyaset arenasından el çektirilince, siyaset de işadamlarına kaldı… Yepyeni memleket sevdalılarına…

İşte bu işadamı menşeili kişiler de ANAP’ı oluşturdular… Herhangi bir ideolojik temele oturmayan, ama hizmet etmek ve iktidar olmak için bir araya gelmiş olan insanlar…

1989’a kadar, 1,5 dönemde Türkiye’ye çağ atlatacak icraatlar yaptılar… Kimimiz beğeniriz, kimimiz eleştiririz ama hızlı büyüme, tek başına iktidar gücü ile daha da hızlanmıştı…

Bu iktidar gücü, herhangi bir ideoloji olmaksızın, yalnızca iktidar gücü için bir araya gelmiş yeni nesil siyasetçilerden oluştuğundan, bir süre sonra yolsuzluklar artmaya başladı… Asıl derdi hizmet etmek değil işlerini büyütmek olan bu yeni siyasetçi modelinin yolsuzlukları, halk nezdinde rahatsızlığı hat safhaya çıkardı…

1989 Yerel seçimleri ile de, daha doğrusu 1988 referandumu ile eski siyasetçilerin siyasete geri dönmesi ile ANAP’ın çöküşü başladı… 1989 seçimlerinde SHP’nin galibiyeti ile sonuçlanan seçimler, ANAP’a halk tarafından 1991 için verilen bir ön mesajdı…

1991 yılında da DYP’nin 1. parti oluşuyla birlikte ANAP’taki dağılma ve küçülme hızlandı…

1991 sonrası bir daha asla eski gücüne yaklaşamayan ANAP, bir zamanlar yedek listelerine bire girebilmek için insanların sıraya girdiği ANAP, iktidarının 6. yılında sallanıp 8. yılında devrilmişti…

Şimdi ise ANAP’ın Genel Başkanı’nın adını sokakta kimse bilmiyor…

Peki burada tekerrür nerede? AKP’de…

AKP de, ANAP gibi sadece iktidar için bir araya gelmiş siyasetçilerden oluşuyor… Ondan tam 20 yıl sonra… 80 ihtilali gibi, 28 Şubat süreci ile meyvelenmeye başlayan bir oluşumla…

AKP de iktidarının 6. yılında yerel seçimlere giriyor… Hem de en az ANAP kadar yolsuzluk dosyaları ile…

Ama bir yerde çok önemli iki fark var… Birincisi; AKP çok daha profesyonel siyaset yapıyor… Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Edibe SÖZEN’in de katkısıyla… İstanbul Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölüm Eski Başkanı… Siyasal iletişim uzmanı…

İkinci fark ise… O gün ANAP’a çok güçlü birçok alternatif vardı… Bugün ise AKP’ye ülke çapında alternatif olarak görülen bir parti yok…

İki muhalefet var mecliste… Biri ideoloji partisi MHP… Diğeri müzmin muhalefet, hiç iktidar düşünmeyen CHP…

AKP bu durumda en çok da alternatifsizlikten iktidar gücünü koruduğunu görebiliyoruz… “Yolsuzluk ve yoksulluk” kelimeleri bu kadar gündemde olmasına rağmen halk AKP’ye ceza vermeye cesaret edemiyor… “Diğerleri”ne güvenemediği için…

Ama yerel seçimlerde yerel adayların isimleri önemli olduğundan, hele ki toplam oyların % 65’i 3 büyük şehir dışındaki küçük şehirlerdeyken, AKP beklenmedik bir seçim şoku da yaşayabilir…

Hiç beklemediğimiz şehirlerden, hiç beklemediğimiz partilerin zaferleri ile karşılaşabiliriz…

Çünkü AKP’nin yalnızca iktidar belediyelerine götürdüğünü iddia ettiği hizmetleri iktidar belediyesi olmayan noktalara da götürdüğünün ve asıl derdin genel seçimler olduğunu halk görüyor…

Ve ilk kez tarihten ders almayan AKP, ANAP’ın eli kolu bağlı Başkan adayı afişinin seçimi kaybettirdiğini unutuyor…

NUR ERDEM ÖZEREN
28.02.2009

22 Şubat 2009

88 - Herkes Başkan…

Son günlerde yerel siyasetle çok iç içe olduğumdan bazı tespitler yapma imkânım oldu… Oluyor… Belediye Başkanlığı seçimleri, başkan adayları, meclis adayları ile ilgili…

Ulusal basına yansıyan Büyükşehir Belediye Başkanları’nın yarışı çok bambaşka bir şey… Onlar vatandaşa direk dokunma şansına çok sahip değil… Yani asıl siyaseti birebir dokunuşlarla yapmıyorlar…

Ama yerel siyaset öyle değil… Herkese birebir dokunmaya vakti oluyor adayların… Birçoğu dokunuyor da… Esnafa, çalışana, vatandaşa…

İşte burada da adayların havaya girmesi söz konusu… Yani vatandaşın adayları havaya sokması…

Bugün Tekirdağ’da hangi adaya sorsanız seçimin galibi… Çarşıda pazarda gezen her aday kendini seçimin galibi sanıyor ve ilan ediyor…

Bizim seçmenimizin gönlü çok geniş… Her adaya oyunu veriveriyor anında… Kimi görse, “oooo! çok güzel! işte! en yakışan Belediye Başkanı!” deyip, havaya sokuyor…

Bugün ben çıksam sokağa, bir parti adı vermeksizin Belediye Başkanı Adayı olduğumu söylesem, 3 gün sonra yanımdakiler benden önce havaya girip “kesin kazandın” derler…

Tabi bu da herkesin galibiyetini şimdiden ilan etmesine ve havaya girmesine neden oluyor… Sonra seçim günü toplu hüsran… Sürpriz…

Aslında her şey çok açık… Sürpriz falan yok… Ama dibimizde olduğu için her şey, körlük yaşıyoruz…

Bir de basın var… Seçim zamanını hasat zamanı gören bazı basın kuruluşları… Parayla haber satan… Her adayla ilgili haberin olumlu mu olumsuz mu olacağına açık arttırmayla karar veren… Olumlu haberin bulunacağı sayfaya bütçeye göre karar veren…

Dürüstçe ve gerçekten içinden gelenleri yazıp haberini değil yalnızca reklamını satmaya devam eden gazetelere değil lafım… Ama bu gerçekten de bahsetmemek olmazdı…

Siyasetçilerin kirlenmişliğini konuştuğumuz böyle dönemlerde, asıl kirlenmişliğin tüm insanlarda olduğunu gösteren örnekler bunlar…

Başka örnekleri de topluluk halinde hareket edenlerden görebiliyorsunuz… Birlikte oy kullanan, her seçim farklı bile olsa, seçim öncesi karar verip aynı partiyi destekleyen topluluklar…

Oyunu verirken hangi parti ya da adayın onlara değer verdiğini, onlara yaptığı ya da yapacağı bağışlarla belirleyenleri var… Kimin onlara daha iyi hizmet edeceğine, kimin onlara gerçekten değer verdiğine bakmadan…

İşte Türk insanının bu gerçekleri kirletiyor siyaseti… Siyasetçilerimiz yine toplumun aynası…

Bir de projeler var bu seçimde… İnkar etmemek gerekiyor ki, AKP sayesinde, artık siyaset “proje temelli” yapılmaya başlandı…

Ama bir bakıyorsunuz, herkes aynı projeleri vaad ediyor… Aklın yolu bir olduğundan… Asıl önemli olan projeleri anlatmak değil, seçmeni onları yapabileceğine inandırmak…

Hatta bazen öyle uçuyorlar ki, belediye sınırları dışında kalan işlerle ilgili projeler de “atıyorlar”… Uçmanın sınırı yok tabi… Neyin belediye hizmeti, neyin devlet hizmeti olduğunu bilmeden projeler anlatıyorlar…

Bir de meclis üyeleri var… Bugüne kadar o şehir için hiçbir hizmeti olmayan, proje bile üretemeyen, ama şehrin meclisinde söz sahibi olmaya talip olan…

Ne yapacağız bu ortamda bu seçimlerde bilemiyorum… Projelerle dolu… Birbirinden çalışkan başkanlarla… Adaylık aşamasını hemen geçivermiş… Oyunu satmayan seçmenlerle… Dürüst ve objektif basınla… Proje üreten, taşın altına elini koyan meclis üyeleriyle… Ama sonuç ne olursa olsun, “Herkes BAŞKAN!”

NUR ERDEM ÖZEREN
22.02.2009

7 Şubat 2009

87 - Siyaseten Harcamalar…

Başlıktan ilk akla gelen seçimlerde yapılan parasal harcamalardır eminim… Ama değil… Siyaseten yapılan, siyaset uğruna yapılan, siyasetçinin siyasetçiyi harcama operasyonları…

Son dönemde birkaç örneğini yaşadığımızı düşünüyorum… Ya da ben kendimce görüyorum…

Biri Kemal KILIÇDAROĞLU’nu Deniz BAYKAL’ın harcama operasyonu… Baktı gördü ki çıkışlar başarılı, mevcut CHP muhalefetinden farklı olarak halkın istediği muhalefeti yapmak için çaba sarf ediyor, hemen bir operasyonla kafası koparılmalı…

Bana göre KILIÇDAROĞLU da iyi bir siyaset adamı, iyi bir lider adayı değil, sadece belge bulup çıkaran, ekip içinde yer alması gereken bir “milletvekili”… Belediye Başkanı olmak, icraat yapmak, pek milletvekilliği ile, belge bulup çıkarmak ile bağdaştırılabilecek bir iş değil…

Ama yine de BAYKAL’dan daha ön plana çıkmaya başlayan bir CHP’li olarak üzerinde bir operasyon yapılmalıydı… BAYKAL’a göre…

İstanbul, CHP’nin kazanması en zor olan şehirlerden biri… Oyun önemli bir kısmını Türkiye siyasetinin belirlediği, bu konuda da AKP’nin gücünü arkasına alacak olan ve yıllardır da düzenli iletişim kampanyaları ile yaptığı icraatları anlatan Kadir TOPBAŞ’ın şansının çok yüksek olduğu bir yer…

Deniz BAYKAL da, KILIÇDAROĞLU’nu bu ateşe atarak harcama operasyonu yapıyor… Ya da kendince yapmaya çalışıyor…

Bir diğer akıllı ama bedeli ağır olan harcama operasyonu da Ankara’da AKP’de yaşanıyor… Fazlasıyla siyaset uğruna…

Tayyip ERDOĞAN’ın yıllar sonra karşısına çıkma ihtimali yüksek bir lider adayını bitirme operasyonu… Seçime bu kez çok daha şaibeli giren Melih GÖKÇEK…

Şaibesi nedeniyle seçilme şansı azalan, aslında artık orada miladı dolan, ama koyacak yer bulma konusunda da zorlanılan ve partinin duruşuna da fazlasıyla zarar veren bir aday… Tayyip ERDOĞAN’ın mümkün olduğunca aynı karede olmamaya dikkat ettiği…

Peki neden “siyaset uğruna” dedim… Düşünün ki aday olarak Melih GÖKÇEK açıklanmasaydı… Ne demek olacaktı? Tayyip ERDOĞAN Kemal KILIÇDAROĞLU’nun iddialarını kabul etmiş ve bunlardan dolayı Melih GÖKÇEK’i resmen cezalandırmış olacaktı…

Melih GÖKÇEK de bunu sonuna kadar kullanacaktı… Aynı zamanda CHP’ye ve Deniz BAYKAL’a da koz vermiş olacaktı…

Ankara’da belediyeyi kaybetmek uğruna… Seçim yenilgisi almak uğruna… Şaibesi artık çok daha netleşen bir adayı, parti içi çıkıntı bir gücü harcamak amaçlı bir kabullenme…

Bunun benzerlerini geçmişte Süleyman DEMİREL ve Turgut ÖZAL yaptıkları için, zaman zaman akıllıca siyasi hareketlerle yaptıkları harcama operasyonları nedeniyle, yerlerine alternatif bırakamadılar…

İstedikleri bu muydu, geçmişe dönüp baktıklarında doğru yaptıklarını mı düşünüyorlardı bilemiyorum… Aslında çok da merak ediyorum…

Siyaset böyle bir şey işte… Uzun vadeli siyaset uğruna, günlük siyaseti bir kenara bırakmak zorunda kaldığınız, birilerini harcamak uğruna seçim kaybetmeyi göze aldığınız… Bir yerden kazanırken bir yerden kaybettiğiniz…

Burada önemli bir başka tespit de şu olmalı ki, siyasetçi kısırlığını bağıran şehir, siyasetin merkezinin olduğu şehir… 20 yılın sonunda sadece iki kişi mücadele ediyor… Son 20 yılın başkanları… Başka siyasetçi, başka aday kalmadı, sadece son 20 yılın iki başkanı Murat KARAYALÇIN ve Melih GÖKÇEK var başkanlığa talip… Siyasetin kısırlığını bağırıyor meclisimizin bulunduğu “başkent”imiz…

Acaba bunun da nedeni, düzgün insanların üst yöneticiler tarafından harcanması olabilir mi?

NUR ERDEM ÖZEREN
07.02.2009

1 Şubat 2009

86 - Bir Siyasi Ders Daha… “Daha da Olsa Gelmem!”

AKP’nin ve Recep Tayyip ERDOĞAN’ın başarısının altında yatan gerçeğin bir örneğini daha konuşuyoruz son günlerde… “Profesyonel Siyaset”

İlk yorum ve değerlendirmelerde muhalefet kanadından hemen eleştirecek bir yer bulma ihtiyacından “bir ülkenin Başbakanı Kasımpaşalı ağzı ile konuşmamalı” eleştirileri yapılıyor… İşte kritik nokta burada, demokrasilerde seçilen bir Başbakan; siyasetçi, politikacı… Bürokrat ya da diplomat değil…

Türk halkı bunu istiyor… Böyle başbakan istiyor… Önce Bush’un karşısında bacak bacak üstüne atıp oturan kendine güvenli başbakanı desteklediler Erdoğan ilk seçildiği yıllarda… Şimdi de kimsenin – kelimenin tam anlamıyla ve davranışın tarzı nedeniyle bu durumla örtüşen – “posta koymaya” haftalardır yeltenmediği İsrail ve onun başındaki kişiye “posta koyan” başbakan…

Profesyonelce bir çıkış… Tam da bütün Türk halkının, hatta bütün Orta Doğu halklarının en hassas olduğunu dönem ve konuda, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı “kendini ve milletini” ezdirmiyor, İsrail Cumhurbaşkanı’na açık açık “siz katilsiniz” deme cesaretini buluyor… Büyük Orta Doğu Projesi’nin tüm Orta Doğu Halkları destekli yeni “Başkanı” herkese hayırlı olsun…
Sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada yankı bulan, Orta Doğu’dan destek alan bu davranışla Erdoğan konumlandırmasını yaptı…

Peki bunu kendi mi yaptı? Belki de planlı programlı bir davranıştı… İsrail’in etkili olduğu ABD’nin istediği güçlü Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ve hatta Büyük Orta Doğu Projesi Başkanı yaratmak için yapılmış planlı bir hareketti belki de… En doğru zamanda, en doğru yerde… Bunu bilemeyiz ve üzerine çok da yorum yapamayız… Bir komplo teorisi olarak konuşulan bir konu olarak kenarda durur…

Profesyonel siyaset, yurda dönüşte de devam etti… Mini bir miting… Gece 3 olmasına rağmen akın eden insanlar… Diyelim ki parayla ya da planlı getirilmişler… Öyle bile olsa, bunu düşünüp uygulamak profesyonellik…

Konuşmanın içinde birkaç kez “Büyükşehir Belediyesi İcraatı Şişhane Metro Açılışı”ndan bahsedilmesi ve bazı açıklamaların da orada yapılacağının söylenerek tüm ilgiyi oraya çekme hareketleri…

Ama öncesi de, tartışma sırasındaki üslup, oturuş, duruş, bakış, hepsi profesyonelce hareketlerdi… Komplo teorisinin parçası olarak bu hareketlerin yapılmasına ortam hazırlanmış bile olsa Erdoğan’a, diğer detaylar onun başarısı… “Daha da olsa gelmem!” halk ağzı bile…

Peki yanlış bunun neresinde? “Koskoca Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’na yakışıyor mu böyle konuşmak?” Ne kaybediyor bu üslup ve tarzla? Obama ve Clinton’ın doğallığıyla ve halktan oluşuyla kazandıklarıyla aynı şeyi mi? Halk desteğini… Yoksa kat be kat artan halk desteğiyle, yurtdışında daha da güçlü mü oturuyor masaya?

Ya da tam tersi, yurtdışında “Türkiye’nin Başbakanı hiç diplomatik konuşmuyor, o zaman onlarla ilişkileri gözden geçirelim…” mi diyor diğer ülkeler? Sanmıyorum…

AKP Tayyip Erdoğan’ın bu hareketiyle büyük şehirlerdeki oy oranını % 55 – 60’a çıkarabilir… Seçime kadar bunu unutturmaz ve kullanmaya devam ederse…

Ancak şu gerçek unutulmamalı ki, 3 büyük il dışında yerel seçimlerin sonuçlarını büyük ölçüde aday ve listeleri belirliyor… Küçük şehirlerde insanlar birbirini tanıyor ve adaylara oy veriliyor…

Yine de insanlar ne kriz ne parasızlık düşünmeden bu hareket nedeniyle Recep Tayyip Erdoğan’a ve AKP’ye desteği arttırıyorlar…

Olması gereken bu mu? Bu tip hareketlerin mi belirleyici olması oy vermede? Bunu konuşmak ya da tartışmak, eleştirmek değil, bundan ders çıkarmak olmalı siyasetçilerin yapması gereken… AKP yıllardır profesyonelliyle kazanıyor…

NUR ERDEM ÖZEREN
01.02.2009