12 Temmuz 2009

106 - Popun Kralı Değil, Müziğin Efsanesi…

Hakkında söylenecek çok şey var… Çok şey hak ediyor… O yüzden hemen ardından başlamadım yazmaya… O yüzden bekledim gelişmeleri, defnedilişini, hakkında konuşulanları…

Önce benim için neden “özel” olduğunun, “efsane” oluşunun sebeplerini bir çırpıda hatırlatmak istiyorum…

O kadar çok ilke ve rekora sahip ki… Birçoğu egale bile edilemeyecek belki de…

Toplamı 750 milyona varan albüm satışı… Belki de birçok kişinin bilmediği hayırsever kuruluşlara bağış rekoru… Hepsi bir yana, saymayı bir kenara koyup bunu söylemek yeterli, rekor kırma rekoru… 80 uluslararası, 300 yerel rekor…

Efsane olmasının ise sebebi, rekorları ile birlikte “ilk”leri… O kadar çok sanatçı var rekorlar kıran… Yıldız olan, ünlü olan… Ama bu kadar çok “ilk”i gerçekleştirip efsane olan, müzik ve şov dünyasına, sektörün büyümesine ve gelişmesine katkıda bulunan ve bir daha da yeri doldurulamayacak tek insan Michael Jackson…

İlk defa klip çeken, şarkılarından daha çok kliple ön plana çıkan, klipleri dakikalarca uzatıp, şarkının orijinaline eklemeler yaparak sonraki her klibini heyecanla bekleten…

İlk kez sahne şovuyla tanıştırdı bizleri… Sahne kurulması, şarkı söylemek dışında şov yapılması, dansçılarla dolu bir sahne… Ve toplamda 20 milyondan fazla konser izleyicisi…

Dans ederek şarkı söylemeyi aynı anda yapabilen ilk insan… Ne kadar zor olduğunu deneyenler, şarkı söyleyenler, dans edenler bilir…

Üzerine üstlük, dansta çığır açan, Moonwalk diye bir yürüyüşü dansa dahil eden, uzmanlara göre dünyanın gelmiş geçmiş en iyi dans eden insanı… Daha iyisi gelmedi, gelmeyecek…

Vücudunun her yeri birbirinden ayrı hareket eden, aynı zaman da bir o kadar senkronize olan…

Tüm bunları, şarkılarını, şovlarını, koreografilerini, her şeyini kendi yapan, dünyanın en çok tanınan insanı…

Şarkılarının içinde çıkardığı seslerle kendine has bir tarz yaratan, ritm anlayışı diğer tüm insanlardan, hepimizden farklı olan ve yıllar geçse de eskimeyen onlarca şarkıya imza atan, Pepsi ve Sony’yle 1’er milyar dolardan fazla alarak sponsorluk tarihine geçen adam…

Bütün bunların yanında, sosyal olarak irdelendiğinde de başarı sayılabilecek şeyleri var…

Siyah olmak istemediği için beyazlaşmaya çalıştığı söylendi… Yıllarca Vitiligo hastası olduğunu söylemiyor, güneşe çıkmıyor, herkes eleştiriyor, ama buna rağmen zencilerin ona olan hayranlıklarında en ufak bir azalma olmuyor…

Yıllar sonra cenaze töreninde bir zencinin, bir din adamının söyledikleri, onun zenciler için ne anlama geldiğini çok net anlatıyor… “Michael Jackson’ın hayranları 40 yaşına geldiklerinde, bir siyahı Amerikan Başkanı seçtiler… Aramızdaki farklıları yıktın, teşekkürler Michael…”

Siyahların kelimenin tam anlamıyla “yırtmalarının” belki de en önemli ve en güçlü göstergesiydi Michael Jackson…

Saymakla bitmeyen onca ilk ve rekor, bir zenci olarak başarıları ve sembol oluşu, çocuklar için yaptıkları, hayırseverliği, insanlığı, sonra ne oldu peki?

İnsanlık yıllarca onu göklere çıkartırken, bir çamur atılmasını bekleyen ve birkaç bin dolar para alabilmek için çocuklarına taciz edildiğini iddia eden insanlar onun sonunu getirdi…

Geçenlerde bir arkadaşımın bana söylediği bir kitaptan alıntı güzel anlatıyordu bunu… 10 yıl önce öldü, bugün gömüldü…

Kendimi onun yerine koyuyorum… Hayatını uğruna adadığın çocuklar için onlarca şey yapıyorsun, onlar için şarkılar besteliyorsun, yazıyorsun, milyonlarca dolar bağış yapıyorsun, kampanyalara katılıyorsun, sonra da onları taciz etmekle suçlanıyorsun… Çok acı… Tarif edilmez… “Bu insanlar için mi yapıyorum bunları?” dedirtecek… Ve kendini hayattan soyutlamasına neden oluyor…

Açık açık onlarla uyuduğunu söylerken, hiç büyümemiş ve çocuk ruhluyken, bunun en büyük göstergesi Peter Pan’ın hiç kimsenin büyümeyip hep çocuk kaldığı Neverland’ını evi yaparak gösterirken… Michael Jackson çocuk tacizciliğiyle suçlanıyor… Ve yıllar sonra beraat ediyor… Hem de hiç beklenmeyen bir jürinin kararıyla…

Ders çıkarmamız gerekiyor bence… İnsanları suçlarken bir daha düşünmek için… İnsanları “anlamaya” çalışmak için…

Bir başka dikkatimi yıllar önce çeken şey de, estetik operasyonlarının sebebiydi… Küçükken burnunun büyüklüğüyle dalga geçen ve onu döven babasının eseriydi bu surat…

Çocukluk yıllarından içinde kalan büyük burundan kurtulma sevdası… Sonra işin çığırından çıkması… Kurtarılamaz hal alması…

Demek ki doğallığı bozunca, tıp ne kadar ilerlerse ilerlesin, sonsuz paran da olsa, kurtarılamıyormuş…

Demek ki çocukluk yıllarında çocuklara bir şey söylerken, davranışlarımızda iki kere düşünmemiz gerekiyormuş…

Hayatı derslerle, doğru bakıldığında ibret alınacak hikâyelerle dolu bir insan Michael Jackson… İngilizcedeki tam anlamıyla, “unique”… Eşsiz… Ve hep öyle kalacak…

Ekşi Sözlük’te yazılardan birinde bir hayranı çok güzel bir tespit yapmış… Bugün çıkıp ben ölmedim dese, kimse kızmaz, herkes mutluluktan delirir…

Keşke bu da bir şov olsa… Keşke gerçek olmasa… Keşke son turnesini yapabilseydi, kendince son kez buluşsaydı hayranlarıyla… Efsane olduğunu kanıtlasaydı tekrar…

Bizim için çok önemliydi, hep öyle kalacak… 80’lerde çocuk olan, genç olanlar için bir devrin sona erdiğinin kanıtı MJ…

Ve hiç bilmediğimiz bir yanı da, kızının söyledikleriyle öğrendik son yolculuğunda… “O hayatınızda tanıyabileceğiniz en iyi babaydı…”

NUR ERDEM ÖZEREN
12.07.2009

105 - ÖSS Birincisi, Hayat Sonuncusu…

ÖSS sonuçları açıklandı bugün… Dün de SBS birincileri… Sınav birincileri ile röportajlar yapılıyor… Haber bültenlerine konuk oluyorlar… Başarılarının “sırrı” soruluyor…

Bir tanesi öğretilmiş bir şekilde, “Fatih Fen Lisesi ve FEM Dershanesi’nin bana verdiği programı bire bir uyguladım sadece” diyor… Ama çocuk Şanlıurfalı… Ailesini tam “8 aydır” görmemiş… Soru 1 : Bu çocuğu kim getirdi Şanlıurfa’dan İstanbul’a? Soru 2 : Ne uğruna?

Soru 1’in cevabını zaten okul ve dershanenin aynı gruptan olması açıklıyor sanırım…

Sistemin işleyişinin güzelliğine bakar mısınız? Türkiye’nin her yerinden çocuklar toplanıp getiriliyor, ailelerini aylarca görmüyorlar, masrafsız okutuluyorlar, bir de dershaneye gönderiliyorlar, ücretsiz, sonra? Eğitime katkı… Beyni yıkanmış, boş bakan, tabiri tam caiz asosyal “inek” çocuklar yetiştiriliyor…

İşte size reklam… ÖSS birincisine soruyorlar çok mu çalıştın diye, o da “sadece programa uydum…” diyor… “…okulumun ve dershanemin hazırladığı”…

Sistemi çok yakın bir arkadaşımdan biliyorum… Beyni yıkanamayıp, sistemden alabileceği eğitim ve bilgiyi alıp teşekkür eden… Ama o kadar çok genç var ki bu şekilde yetiştirilen…

Peki soru 2? Ne uğruna bunca sıkıntı, stres? Aylarca ailelerden, spordan, sanattan, her türlü sosyal hayattan uzak durmanın amacı ne?

ÖSS’de derece yapmak mı? Sınavda “başarılı” olmak mı? “Sınavda”! Popüler bir meslek sahibi olmak mı? Adı duyulmuş bir üniversiteye ya da bölüme girmek mi?

Sınav birincilerini değerlendirelim önce yine… Ne önemli insanlar onlar şu anda… Çok ünlüler birkaç günlüğüne… Peki ya sonrası?

Bu şöhret, ihtişam, ilgi, birkaç gün sonra bitecek… “Gerçek hayat” başlayacak…

Geçen yılların sınav birincilerini tanıyan kimse var mı? Ya da en azından sınava girdiğiniz yılın birincisini hatırlıyor musunuz? Sınavda başarılı olmak ne işlerine yaradı? Hayatta da başarılı oldular mı? Biliyor musunuz?

Sadece birinciler için geçerli değil bu gerçekler… Sınav sonuçları açıklanınca ilgi hat safhada olur gençlere, çocuklara… Puanlardan, üniversitelerden, bölümlerden, mesleklerden bihaber amcalarımız teyzelerimiz annelerimiz babalarımız duyup hemen yorum yaparlar…

Bölümünüzün ya da okulunuzun adı duyulmuşsa, mesela “Endüstri Mühendisliği”, “vaaay, aferin!” diye tepki verirler… Ya da hiç bilinmeyen ama kulağa hoş gelen bir bölümse, mesela “Aktüerya”, “ooo, çok iyi!” derler…

Ya da mesela “Boğaziçi”ni kazanırsınız, ama bölüm ne size uygun, ne de sanıldığı gibi yüksek puanla alıyor, mesela “Felsefe” ya “Fen Bilgisi Öğretmenliği”, ama Boğaziçi ya, sanıyorlar ki muhteşem puanla harika bir yeri kazandın…

Değil öyle aylar yıllar, birkaç hafta sonra sorun o amcalara teyzelere annelere babalara, hiç biri sizin ne bölümünüzü ne de üniversitenizi hatırlamayacaklar…

Ya da bırakın büyükleri, arkadaşlarınız bile bölümlerinizi üniversitelerinizi hatırlamayacaklar birkaç yıl sonra…

Büyüklere soralım bakalım, kaçı birlikte çalıştıkları, vakit geçirdikleri insanların üniversitesini, bölümünü, mesleğini biliyor?

Bütün bu uğraş, harcanan yıllar, bir daha geri gelmeyecek 14 yaş, 18 yaş, çocukluk, gençlik, çevremizdekiler için iyi birer “öğrenci” olmak için… Kimsenin aslında umrunda bile olmayan kulağa hoş gelen üniversiteler, bölümler, meslekler için…

Hayat için hazırlanmalı… Gurur duyulacak bir “insan” olmak için… Düzgün bir birey olmak için… Sonra hayatta çuvallayan sınav birincilerine hayat ödül vermiyor…

NUR ERDEM ÖZEREN
12.07.2009