25 Mart 2007

15 - Babam... Ve Oğlum...

Az önce “yine” “Babam ve Oğlum”u izledim... “4. kez”... “Yine” ağladım... 444. kez de seyretsem, eminim her seferinde “yine” ağlarım... Kendimi ekranın içine, oradaki hikayenin bir parçası olarak yerleştirdiğim için...

İzlemeyenler bu yazıyı okumasın... Ya anlamayabilirler... Ya onlara hiç bir şey ifade etmeyebilir... Ya da filmle ilgili bazı şeyleri öğrendikleri için rahatsız olabilirler...

Neden “neredeyse” “her baba” böyledir? Neden içini dökemez? “Şımartacağını” mı düşünür oğlunu? Ondan mıdır sevgisini belli etmeyişi? İçi içine sığmasa da, nedendir belli etmeyişi? Belli etmemek için “çırpınışı”? Hep katı görünmek zorunda mıdır?

Peki bundan şikayetçi olan “oğul”lar, neden “baba” olunca “aynı şeyi” yaparlar? Aynı “oğul” değil midir “baba”sının sevgisini “alamadan”, sadece “bilerek” yaşamış olan çıcukluğunu, gençliğini? Ya da neden kendileri de sevgilerini belli etmezler “baba”larına? “Örnek almak”, “model almak” böyle bir şey midir?

Neden bu diyalog sadece “baba” ve “oğul” arasında böyledir de, “anne” veya “kız”ın aile içindeki diğer kişilerle ilişkileri böyle değildir?

Anneler “hep” “arabulucu” olmak zorunda mıdır “baba”larla “oğul”ları arasında? “Arada” kalıp, sıkışıp, bazen içine, bazen dışına akıttığı gözyaşları ile engel olamazlar bu “husumet”e... Hem “baba”nın acısını çekerler, hem “oğul”un... Ayrı ayrı... Biri “canının parçası”dır, biri “hayat arkadaşı”...

Her şeyin değeri kaybedince mi anlaşılmalıdır? Kaybedeceğini anlayınca mı dökülmelidir içindeki duygular? O anda bile, “anladın sen beni” deyip, içinde kopan “fırtına”lar sadece bir “esinti” gibi mi dışa vurulmalıdır?

“Babam ve Oğlum” çok şey anlattı Türk İnsanı’na... Anlatmak istedi... Anlayana... Anlamak isteyene... “Umarım” anlatabilmiştir...

Abzürt komedi filmlerini seyretmek yerine, “herkes” seyretmeli bu filmi... Bütün “baba”lar ve “oğul”lar, “kendilerini” görmeli o filmde... Olmaması gerekeni... Yapılmaması gerekeni... Gereksiz inatların sonuçlarını... Gurur yapmanın, kendi fikrini baskıyla kabul ettirmek istemenin ileride doğurabileceği pişmanlıkları... Her iki taraf için de...

Bir de “Türkiye dışı” da görmeliydi bu filmi... Her film festivali, her ödül töreni... Hepsinde bir yer vardı bu filme... Sadece Çetin Tekindor’un “oğlunun” cenazesi evine getirilirken arabadan inip oynadığı sahneyi bile görseler yeterdi... O bile yeterdi “OSCAR”ı almaya...

Herkes o kadar güzel seçilmiş karakterler ki... Kimse “oynamamış”... Herkes “yaşamış”... Küçücük Deniz bile... Aslında Ege...

Ve Çağan Irmak çok güzel yansıtmış “o zamanı”... Her detayıyla... Deniz’in filmin başında uyurken ayaklarının duruşu, saçlarının aralarının terleyişi gibi küçük detaylar bile o kadar güzel yansıtılmış ki...

Bir de “çaktırmadan” verilen mesajları var filmin... Çağan Irmak filmin içine gizlemiş, “İhtilallerin Getirdikleri”nden bazı sonuçları... Aslında çaktırıyor, bağırıyor, ama anlayana...

Aslında her filmden alınacak o kadar çok ders var ki... Almak isteyene... Bu filmde de bir sürü ders vardı... Kimi açık, kimi kapalı...

Final sahnesinde küçük Deniz çok güzel bir “hayat analizi” yaptı “Babam ve Oğlum”da... “İnsan büyüdükçe hayalleri küçülür”...

NUR ERDEM ÖZEREN
25.03.2007

18 Mart 2007

14 - Toplumun Aynası T.B.M.M.

Daha önceki yazımda kısaca bahsetmiştim siyasetçileri fütursuzca eleştirmemizden... Şimdi biraz daha detaylı ele almak, ve halkımızı biraz daha eleştirmek, daha doğrusu özeleştirisini yaptırmak istiyorum...

Son yıllarda e – postalarda gezen bir yazı var... “Bir şirket düşünün” diyor... “Şu kadar şu suçtan, bu kadar bu suçtan yargılanmış insan var içinde”... Sizce bu neresi? “T.B.M.M.”... Yani meclis bir sürü suç işlemiş insanla dolu... Peki hangi kurum çok temiz? Ve onları kim seçti?

Meclisteki suç işlemiş insan oranı sokaktakinden çok mu farklı? Değil... Peki biz bu insanları seçmeden önce bilmiyor muyduk böyle olduklarını? En azından rakipleri söylemiştir... Ama muhtemelen biz seçim döneminde sadece bize yapılan yardımlarla ilgilenmişizdir. Kaç para yardım yaptığı ya da ne kadar erzak verdiği daha önemlidir o kişinin kişiliğinden ve bizi mecliste nasıl temsil edebileceğinden...

1991 seçimlerinde bunu çok net görebildik tüm Türkiye’de... Bir çok yerde... “Tercihli” Seçim Sistemi vardı... Şehrin çıkaracağı milletvekili sayısının 2 katı kadar aday gösteriyordu her parti... Seçmen de sandıkta isterse o adaylardan herhangi birini seçip “tercihli oy” kullanabiliyordu...

Kimler aldı “tercih” oylarını... Çok kaliteli adaylar mı? “İşte beni mecliste temsil edecek aday budur” diyerek mi verdi “Türk Seçmeni” oyunu..? Yoksa seçim kampanyasında en çok parayı harcayıp erzak dağıtımını yapan mı “tercih” edildi..?

Eleştirdiğimiz siyasetçileri seçerken kriterimiz nedir? “Bu bizi tanır, bize yakındır, işimizi yaptırırız”... Seçimden sonra gidip hemen ilk iş çocuğumuza ya da bir yakınımıza iş isteriz, bir zamanlar Anadolu Lisesi’ne kaydını yaptırmaya çalışırdık, sonra yapmayınca suçlu olur siyasetçimiz... “Ben ona oy verdim, o benim işimi yapmadı” deriz... Sanki oy verince satın alıyoruz...

Yapınca mutlu oluruz... Ondan kralı yoktur.. Ama sonra eleştiririz... “Bu ülkede torpil var kardeşim”... “Siyasetçiler tanıdıklarını kollarlar” diye dert yanarız... Kendi isteklerimizi unuturuz hemen...

Bir de usülsüzlük yapan, yolsuzluk yapan “siyasetçi”ler vardır... Siyasetçilerin o yaptırdığı tüm işlerde “bürokrat”ların imzasının olduğunu düşünmeyiz... İmza atmasın bürokrat... Ortak olmasın yolsuzluğa... Ama kimse bunu konuşmaz... Tek sorumlu, tek suçlu “siyasetçi”dir hep...

Biz önce “temiz” bir toplum olalım... Sonra bekleyelim “siyasetçi”den “temiz” olmasını... Biz çok dürüstmüşüz gibi eleştirmeyelim “siyasetçi”yi fütursuzca... Adı üstünde mecliste bizi temsil edenlerin, onlar “millet”in “vekili”...
Bir de “Aydın Kesim” bazen unutur Türkiye’nin İstanbul’dan veya büyük şehirlerden ibaret olmadığını... Bakar ki burada rahmetli İsmail Cem çok tutuluyor... Hemen destek verip öne çıkarır onu.. Sonra seçimde hezimet...

Ama köydeki kasketli amcam tanımaz İsmail Cem’i, o onunla aynı dili konuşmuyordur... Onlardan bir değildir... Kabullenemez... Sahiplenemez... Fazla yukarıdadır ona göre... Anadolu’da, illa köylerde de olması gerekmez, şehirlerde yaşayanlar da büyük şehirdeki adam gibi bakmaz meselelere... O yüzden, “onların dilinden” konuşan kazanır seçimi... “Elit” olan değil... Erkan MUMCU gibi uzun, ağdalı, akademik cümleler kuran değil, Cem UZAN gibi kısa, net şekilde kendini anlatan alır oyu...

Okuyan siyasetçiye genç dersi, Türk Halkı’na ve seçmene “özeleştiri” için hatırlatma... İsteyen istediğini alsın...

NUR ERDEM ÖZEREN
18.03.2007

13 - Tarafsız Olmak Var Olmamak Demektir...

Türkiye’de her geçen yıl artan bir sıkıntı var... İnsanlar siyasete ilgisiz... Oy kullanmıyorlar...

Geçen yazımda seçim sonuçları ile ilgili görüşlerimi yazdım... Ve en sonuna da ekledim... “Bir de oy kullanmayanlar var...”

2002’de 41,5 milyon seçmenin 32,5 milyonu oy kullandı... 9 milyon seçmen oy kullanmadı... AKP 11 milyon oy aldı... Bu 9 milyon oy kullansaydı neler olurdu acaba..?

Baraj altında kalan Doğru Yol Partisi sadece 150.000 oy daha alsaydı meclise girecekti... MHP 500.000, Genç Parti 850.000 oy daha alsaydı mecliste olacaktı...

Onlar meclise girselerdi bugün tablo çok daha farklı olurdu... İyi mi olurdu, kötü mü olurdu, onu tartışmıyorum... Ama böyle olmazdı...

Bu rakamlar çok şey anlatıyor... Kullanılan her “oy”un ülke geleceğini ne kadar değiştirdiğini gösteriyor... Bırakın baraja biraz daha uzak kalan diğer iki partiyi, DYP’ye bakalım... Şu anda partinin “Genel Başkanı” olan Mehmet AĞAR bağımsız değil de DYP’den girseydi, DYP şimdi mecliste olabilirdi... Aldığı oy 50.000.. Bir iki şehirden daha farklı adaylarla yüksek oylar alınsaydı, 150.000 oy alınabilirdi... Ama o zaman Mehmet AĞAR “Genel Başkan” olur muydu, yoksa şimdikinden daha mı güçlü olurdu, bilemeyiz...

Cumhuriyetin ilk yıllarında % 90’larda olan oy kullanma oranı, 60 ihtilalinden itibaren düşmeye başlamış, ve % 60’lara kadar gelmiş...

80 İhtilali ise tam ters etki yaratmış, 80’den sonraki seçimlerde % 85 – 90’lara gelmiş oy kullanma oranı... Son seçimde yine 78’lere düşmüş...

Bu seçimde de çok farklı olmayacağını düşünüyorum... Hatta daha da düşeceğini... Ne yazık ki... Çünkü bu seçimde 45 milyona yaklaşan seçmen sayısının 12 – 13 milyonu 18 – 25 yaş arası gençler... Ve onlar o kadar apolitik yetiştiler ki, ve o kadar umurlarında bile değil ki siyaset ve ülke yönetimi, onlar oy falan kullanmayacak... Bunun önemini falan bilmiyorlar... Kimse öğretmemiş... 80 ihtilali ile siyaset ve siyasetçi “öcü” ilan edilmiş...

Onların derdi “bireysel”... “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” diyorlar... Oysa o yılan bin yıl yaşarsa herkese dokunuyor... Ne zamanki onlara dokunuyor, o zaman ilgileniyorlar sorunlarla... Ama o zaman iş işten geçmiş oluyor...

Gençlerin nasıl tekrar siyasetle ilgilendirilebileceğine dair görüşlerime, eğitim sistemi için değişiklik öneri ve fikirlerimin olduğu yazımda değineceğim...

Bir tek onlar böyle değil ki... Hepimiz eleştiriyoruz siyasetçileri... Onlar hep “tü kaka”... Bütün hepsi hırsız, şerefsiz, namussuz... Hiç bir genç kız fahişe olmak ister mi? Peki siz bu kadar kirlenmiş bir kurumda yer almak ister misiniz?

Bence farkı yok yaptığımız konulandırmanın... Hepimiz o kadar acımasızca eleştirip yıprattık ki “Siyaset Kurumu”nu, şimdi kimse siyasetçi olmak istemiyor.. Partiler aday bulma sıkıntısı çekiyor... İş dünyası ise bir sürü kalifiye ve işini çok iyi yapan üst düzey yöneticilerle dolu...

Ama unuttuğumuz, ve gençlere de unutturup anlatmadığımız bir şey var... Burası Türkiye “Cumhuriyeti”... Ve demokrasi ile yönetiliyor... Ve “Demokrasi” rejiminin olduğu yerlerde ülkeyi “siyasetçiler” yönetir...

O yüzden... Kirletmek yerine... Övülecek insanları siyasete itelim... Ülke yönetiminin önemini kavrayalım, kavratalım, “ehil” insanların siyasete girmesini destekleyelim, hepimiz ilgilenelim ve hatta mümkünse aktif siyasete girelim...

Sadece uzaktan eleştirerek, hele ki çözüm önerisi getiren yapıcı eleştiriler yerine fütursuzca sırf “çamur at izi kalsın” mantığıyla yıkıcı eleştiriler yaparak hiç bir yere varamayız... Ülkeyi ileri falan götüremeyiz... Çok biliyorsak girip kendimiz yapmalıyız...

NUR ERDEM ÖZEREN
18.03.2007

12 - AKP Anketi ve Seçim Sonuçları

Bir önceki yazımda Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığından ve bunun seçim sonuçlarına etkisinden bahsetmiştim. Aslında bu yazımla o bir bütün teşkil ediyor. Ancak ikisi birlikte çok uzun olacağı için ayırmanın daha doğru olduğunu düşündüm...

AKP’nin teşkilatlara gönderdiği Cumhurbaşkanı adaylığı anketinin bir hatası var bence... Eminim ki bu iş ince eleyip sık dokunup, çok düşünülüp yapılmıştır..Ama bir handikap var... Ya orada yazılan isimlerin dışında, parti içinde de güçlü olan birileri çıkıp “ben adayım” derse.. Abdulkadir AKSU gibi, Mehmet Ali ŞAHİN gibi... Bir de bir kaç güçlü ismin de desteğini alırsa... Bir de üstüne seçimde CHP, ANAP, DYP ve bağımsızlar bu isme destek olacağını açıklarsa, sırf muhalefet uğruna... Parti karışabilir... Bölünebilir...

Tahminimce bu ihtimaller düşünülmüştür AKP içinde, ama geçen yazının sonunda da yazdığım gibi, siyasetin neler getireceği, ne gibi gelişmelere gebe olduğu bilinmez...

Peki tüm gelişmeler ışığında bir de seçim sonuçlarının nasıl olacağını yorumlayalım...

Sondan başlayalım... % 7, DTP’nin oyu... Bu kez baraj sıkıntısı olmaması için, tüm adayları bağımsız girip mecliste buluşup grup kurmayı planlıyorlar. Parti adı altında veya bağımsız olarak, DTP oyların % 7’sini alır...

Saadet Partisi... % 3... Geçen seçimde bile bu oyu alabildiğine göre, bu seçimde de alır...

İşçi Partisi, DSP, SHP, ÖDP, TKP gibi CHP dışındaki diğer sol partiler, toplamda % 4...
% 18 - % 20 de CHP... Tabi başka gelişmeler, solda birlik hareketleri olmazsa...

Genç Parti... % 7 – 8... Ama seçime doğru gelişmeler, kampanyalar, diğer büyük partilerin AKP’ye muhalefeti yıllardır olduğu gibi becerememesi, “tek adam”lı ve “üst düzey kadrosu olmayan” Genç Parti’yi barajın üstüne taşıyabilir...

Şimdiden başladığı propaganda çalışmalarında diğer partilerden en büyük ve önemli farkı onu ön plana çıkarabilir... Her konuda bir önerisi var... Fikri değil... Herkes Hükümet’i eleştirirken, Cem UZAN altyazılarda çözüm önerilerini anlatıyor kısaca... Türk Halkı’nın da hoşuna gidiyor bu... Yapılabilitesi çok da önemli değil...

ANAP... Maksimum % 3... O eski halinden eser yok şimdi...

MHP... BBP’nin oy oranıyla ve seçime doğru yapacağı hamlelere göre değişir, ancak BBP + MHP’nin toplamda % 13 – 14 oy alacağını düşünüyorum... Ki burada BBP’nin oy oranı MHP’nin barajı aşması konusunda belirleyici olacaktır...

DYP... Eski ağır toplarından yoksun, köydeki gücü eskiye göre azalmış, “Adam gibi adam Mehmet AĞAR”ın partisi, (ama Doğru Yol Partisi değil), % 12... Reklamlarında bile Mehmet AĞAR var, Doğru Yol Partisi yok...

Bir de diğer partiler ve DTP dışındaki bağımsız adaylar... % 3...

Topladınız mı..? % 70...

Geri kalan % 30’unu da AKP alır... “Bence”...

Oy oranlarında değişen sadece 4 partininki olabilir... GP, DYP ve MHP bu kadar oy alamayıp, AKP çok daha fazla oy alabilir... Ya da tam tersi... Bu da tamamen seçim dönemi propagandalarına ve aday seçimlerine bağlı... Bu 4 parti özellikle küçük şehirlerde aday seçimlerine çok dikkat etmezse, AKP’nin 2004 Yerel Seçimleri’nde yaptığı gibi “Rüzgarı arkamıza aldık, kimi koysak seçilir” derlerse oy alamazlar...

Ama diğer partilerin oy oranlarının değişmeyeceğini düşünüyorum...

Bir de oy kullanmayanlar var, onlara ayrıca değineceğim...

5 Kasım günü bu yazıyı tekrar okuyacağım... Tabi bu arada başka gelişmeler olursa bu 4 partinin oy oranları ile ilgili yeni bir yazı yazabilirim...

NUR ERDEM ÖZEREN
18.03.2007

11 - 11.Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN... mı?

Aslında bu yazının bir kısmını AKP’nin son “Teşkilat Anketi”nin yayınlanmasından önce yazmıştım. Yazıdaki fikirlerimin bir çoğu anketten önce de vardı, ama şimdi anketin de etkisiyle daha çok insan o fikirlere sahip. Ve ben de, anket sonrası eklemelerimi de yaptım.

16 Nisan’a 4 hafta kaldı... Türkiye’nin sadece 11. Cumhurbaşkanı seçimi yapılmayacak, aynı zamanda Kasım ayındaki seçimleri de büyük ölçüde şekillendirecek bir seçim yapılacak. Cumhuriyet Gazetesi’nin “Cumhuriyet elden gidiyor”, “aman dikkat 100 yıl geri gideriz” kampanyaları ile yine alevlendi tartışmalar...

Neden korkuyoruz Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasından? Başbakanlık görevine biz getirmedik mi onu? % 34 oyu Ugandalılar mı verdi ona? Ki o zamanlar şimdikinden çok daha az ılımlı değil miydi? Geçmişi çok daha gözler önündeydi...

Recep Tayyip Erdoğan’ı çok sevdiğimden falan yazmıyorum bunları... Bana mantıklı gelmiyor yapılanlar ve yazılanlar da, ondan... Hem hala anketlerde yine aynı oranda, hatta belki de daha fazla oyla iktidar olacağı konuşulmuyor mu? Demek ki halk hala destekliyor Recep Tayyip Erdoğan’ı...

“Efendim seçmenin 3’te 2’si onu seçmedi...” O eskidendi... % 50 - % 60 oylarla iktidar olmak, ya 50’lerde 60’larda iki – üç partili dönemlerde kaldı, ya da darbecilerin kapatmasıyla sadece 3 partinin seçime girdiği 80 sonrası ilk seçimlerde... Bundan sonra kimse seçmenin 3’te 2’sinin oyunu alarak iktidar falan olmayacak... Bu kadar dağılmış bir fotoğraf varken, 30’a yakın parti seçime girerken... Artık böyle bir oran olmayacak... O yüzden bu çok da mantıklı bir sav değil bence...

Peki ne olur Recep Tayyip Erdoğan 11. Cumhurbaşkanımız olursa?

İhtimal 1. Halk bu seçimden memnun olur. Başka alternatif de bulamaz. AKP’yi yine tek başına iktidar yapar. Ya da en azından birinci parti yapar... Hükümet ile Cumhurbaşkanı da uyum içinde çalışarak her istedikleri yasayı tıkır tıkır geçirirler... Tabi tek başına iktidar olamazsa bu biraz zor olur...

İhtimal 2. Vatandaş bu seçimi beğenmez. Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı’na tepki koyar. Gider sandıkta AKP’yi 2., 3., hatta becerebiliyorsa 4. parti yapar. O zaman da Recep Tayyip Erdoğan, şu anki Cumhurbaşkanımızın yaptığı gibi sadece önüne gelen kanunları imzalar ya da imzalamaz, o kadar. Çok korkmamıza gerek yok Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesinden. Memnun olmazsak AKP’yi seçmeyiz olur biter.

Peki bence ne olur? Recep Tayyip Erdoğan ne yapar? Aday olur mu?

Ben Recep Tayyip Erdoğan’ın akıllı bir insan olduğunu ve siyaseti uzun vadeli yaptığını düşünüyorum. O yüzden kendi aday olmaz. Kendi aday olursa, tamam Cumhurbaşkanı olmuş olur, ama, Cumhurbaşkanlığı süresi bitince biter.

Onun yerine, ki son dönem ankette de görüyoruz, her kesimin destek vereceği, eşinin başı açık, ılımlı, ve Milli Selamet Partisi ekolü dışından gelen birini aday gösterir, ki bu bence Köksal TOPTAN, herkesin desteği ile bu aday Cumhurbaşkanı seçilir, bu hamle ile büyük puan toplar, seçimde de, bu hamlenin de etkisiyle, değil öyle % 30 falan, % 40’lara yakın bir oy oranıyla tekrar tek başına iktidar seçilir...

Sonra da, bir kaç yıl sonra, rüzgarın devam ettiğini görürse, “Yarı Başkanlık” sistemi benzeri bir sisteme geçip “halka” seçtirir kendini... Sonra da “başarı”lı bir “kahraman” olmuş olur...

Bu benim öngörüm.. Ama siyasette bir günde bile çok şey değişebiliyor.. Yarın ne olacağını kimse bilemez...

NUR ERDEM ÖZEREN
18.03.2007