21 Mart 2009

92 - Yerel Seçim İzlenimleri – 2 – İlgisizlik ve Tekirdağ Tahminim

Bu seçimde gördüğüm, en azından Tekirdağ’da kesin emin olduğum bir gerçek var ki, vatandaş siyasetten sıkılmış, siyasetçiyi artık takmıyor, görmek bile istemiyor ve hiçbirini içine sindiremiyor…

Son bir hafta içinde 3 miting yapıldı Tekirdağ’da… Katılım? Alandakilerin yarısı coşkulu kalabalık… Onların yarısı ise dışarıdan ve ilçelerden otobüslerle taşınan partililer… Kalabalıkların yarısından fazlası “meraklı kalabalık”… Gelen lideri dinlemeye, hatta sadece görmeye gelen… Meraklıların da yarısı gördükten 15 dakika sonra alanı terk ediyor…

Ben 80’lerin sonunu, 90’ların başını hatırlıyorum… Aynı meydanda izdiham olurdu… Meraklı kalabalık kendine yer bulamazdı… Gelen herkes o lideri ve partiyi desteklemeye gelirdi… Ve sonuna kadar kalırdı…

Son 10 güne girildi, kahve konuşmaları yapılmaya başlandı… İki gecedir görüyorum… En iddialı olduğu söylenenleri partilerinkini bile… Herkes “kendin çal kendin oyna”dan öte bir şey yapmıyor…

Zaten o kahvede her gece oturan “amca”lar “dede”ler oturuyor… Aday, yanında meclis adayları ve partililerle en az 50 araba ve 100 kişi ile kahveye gidiyor, kalabalığı kendisi yaratıyor, dışarıdan bakanlara “vaaay! bilmem kimin kahve konuşması çok kalabalıktı” dedirtmek için…

Kahvede oturanlar ilgiyle dinliyorlar… Birkaç kelime de bir şeyler soruyorlar… Meraklı kalabalık çok az… Kalabalığı görüp gelenler dinlemiyor zaten…

10 günde 15’er kahve ziyareti yapacak bu adaylar… Toplamda 1500 kişiye bile hitap etmeyecekler… Tekirdağ’da 85.000 seçmen var… Bu 1.500 kişinin tamamı 55 yaş üstü… Bütün 55 yaş üstü seçmenleri toplasan % 20 yapmıyorlar…

Eski tip siyasetten ve iletişimden vazgeçmeyenler son 10 gün vakit kaybedecekler… Kahvelerde kendileri çalıp kendileri oynayacaklar… Hiçbir işe de yaramayacak…

Yeni nesil siyaset yapanlar ise, bir gençleri bir de kadınları “gerçekten” hedef alıp seçim kazanacaklar…

Çünkü bu seçimlerde yapılan anketlerde dikkat çeken çok önemli bir sonuç var… Herkesin yaptırdığı ankette kendi adayı ve partisi birinci sırada… “Herkes Başkan” yazımdaki tespitimin bir uzantısı… Ama ortak sonuç, % 40 – 50 arası kararsız olması… Bu o kadar önemli bir rakam ki…

Seçimi kararsızları çeken kazanacak… Ve herkes sonuçlara çok şaşıracak… Bir ağabeyim, geçen seçimde yaptıkları kahve ziyaretlerinden birinde, mahallesinin o güne kadar gördüğü en büyük kalabalığı yakaladıklarını, ama sandıkta hüsrana uğradıklarını anlattı…

Aynı hüsranı bir çok parti yaşayacak bu seçimde… İki alternatif olacağını düşünüyorum seçim sonuçlarında… Seçimden bir gün sonra bu yazıyı tekrar okuyacağım… Gazetede de o zaman yayınlanmasının daha doğru olduğunu düşünüyorum… Bakalım doğru mu tahminlerim Tekirdağ için…

Yazımın buradan sonraki kısmının gazetede seçimden sonra yayınlanmasını rica ediyorum… Beni web sayfamdan, Facebook’tan ve maillerimden düzenli takip edenleri görüşlerimi etkileyebilirsem etkilemek isterim, ancak gazete farklı bir mecra…

Toplam seçmen 85.000… 70.000 – 75.000 arası geçerli oy olacaktır… Biz 75.000 Üzerinden gidelim…

Bence… AKP ve MHP birbirine yakın oylar alacaklar… Ve ikisi de seçimi kazanamayacak… İkisinin toplam oyu 25.000 olacak… Sonlardaki partilerin toplamı 6.000 – 7.000’i geçmeyecek…

Buradan sonra iki sonuç ihtimali giriyor bence devreye… Vatandaş AKP Belediyesi’nden kurtulmak istediği için ve alternatifi olarak Tekirdağ’da MHP’yi göremediği için...

1. CHP, 30 – 35.000 oyla, % 40 – 45 oranla seçimi alıp silip süpürür… Demokrat Parti de 7.000 – 8.000 4. parti olarak “diğer” partiler toplamına dahil olur, geçen seçime göre oyunu arttırarak…

Ya da… Demokrat Parti, geç başladığı yarışta “ben de varım” dedirtip seçmenin kafasına “kazanma ihtimali olduğunu” sokmayı başardığı gün kararsızların çoğunun oyunu çeker…

Bu da, Demokrat Parti’nin % 30 – 32 gibi oranla seçimi kazanması demek… 20 – 25.000 arası bir oyla…

Çünkü CHP’ye oy veren o % 40 – 45’in yalnızca % 20’si gerçekten CHP’li seçmen… Diğer % 20 – 25’i AKP’ye alternatif arayan ama bunun CHP olduğunu düşünen sağ görüşlü seçmen…

Bunların ikisi de olmayıp bu söylediğim “kararsız”ların çoğunluğu AKP ya da MHP’ye kayarsa, gerçekten şaşırırım…

Peki kişisel olarak adaylar ve partiler ile ilgili görüşlerim neler?

AKP… Mevcut Belediye Başkanı, 5 yılda bir kez bile vatandaşın arasına inmedi… Tekirdağ’a dışarıdan gelen şirketlere verdiği ihaleler ve Tekira Alışveriş Merkezi’ni çarşının orta yerine yaptırma çabaları nedeniyle Tekirdağ’da işsizliği tetikledi…

Bunlar yetmedi… Serveti nasıl olduysa 5 yılda oldukça arttığı konuşuluyor… Hürriyet mahallesindeki her siteden birkaç daire aldığı konuşuluyor… Ben söylemiyorum bunları… Vatandaşların konuşmaları…

Üzerine bir de utanmadan AKP hükümetinin icraatlarını kendi yapmış gibi anlatmaya çalışıyor şimdi…

Üzerine üstlük benim daha önceki yazılarımda bahsettiğim AKP’nin orta kademe yöneticilerinin Milli Görüş kadrosundan gelenlerinden biri…

MHP adayı Osman TABAK… Ben bunu Osman Amcama ne yakıştırdım ne içime sindirebiliyorum… MHP nere, Osman TABAK nere… O bunu nasıl içine sindiriyor merak ediyorum…

Bu hizmet aşkı falan değil… Bunun tek bir açıklaması var… Koltuk aşkı… Ben daha farklı göremiyorum…

Hakkında seçim zamanı yanlış bir suçlama çıktı… MHP 80.000 lira vermiş diye… Ben tahmin ediyorum ki Osman TABAK böyle bir para asla almaz, ama yine tahmin ediyorum ki MHP tüm harcamaları yapma taahhüdü verdi ve bu Osman Amcamın kararında etkili oldu…

Ama bugüne kadar 7 yılda 4 parti değiştiren Osman TABAK artık halkın inancını bitirdi, hele ki seçimden önce uzun süre DP adaylığı konuşulurken son dakikada resmen “sattığı” için, ayrı bir tepki var…

CHP… En güçlü aday… Adem DALGIÇ… Çok düzgün biri bence… Ama kendi tabanından tepki aldığı da bir gerçek… CHP kökenli değil… Sağ görüşlü… Daha önce MHP’ye de, DP’ye de ANAP’a da yakın olmuş, DYP – ANAP birleşmesinde milletvekili aday adaylığı konuşulmuş…

Halkın sevdiğini söylüyor çevresi, ama bakınca görüyorsunuz ki milletin elini sıkıp uzaktan merhaba diyen, öpmek isteyecek samimiyeti vermeyecek, klasik bir aristokrat havası var…

Halktan kopuk… Başkan seçilmesi halinde halkla bütünleşmesi zor olduğu düşünülen biri…

Hiçbir şey yapmadan, AKP’ye ters esen rüzgarla seçim kazanacak kazanırsa… Ama bunda sağ görüşten gelmesinin de etkisiyle…

Demokrat Parti Adayı Ercan TURŞUCULAR… Gençliği ve dinamikliği bir yana, Osman TABAK gibi o da halka çok yakın… Ama arkasında ulusal destek ve rüzgar yok… Bağımsız aday gibi… Demokrat Parti’nin adını bile karıştırıyor halk… DTP ve DSP ile…

Benim oyum Ercan TURŞUCULAR’a… Demokrat Parti’ye değil… Merak edenlere duyurulur… Destek verenlere teşekkür edilir… Ama ben “güçlü olandan yana olma” fikrine karşı duracağım…

NUR ERDEM ÖZEREN
21.03.2009

91 - Yerel Seçim İzlenimleri – 1 – İsraf ve Fırsatçılar

Siyasete ilgisiz toplumumuzdan farklı olarak, ben bir aydır siyasetle, yerel seçimlerle yatıp kalkıyorum… O kadar çok şeyi şaşkınlıkla izliyorum ki…

Yerel seçimlerin ülke ekonomisini canlandıracağına olan inancım hala baki… Çünkü adaylar ve partiler, inanılmaz paralar harcıyorlar… Bayrakçıya, afişçiye, matbaaya… Bunlar görünenler… Bir de görünmeyen masraflar var…

Günlük masraflar var… Para ile el ilanı dağıtıp afiş asan fırsatçılar… Sabah – öğle akşam yemekleri yetmezmiş gibi, üstüne bir de harçlık isteyenler…

Seçim bürolarının önünden eksik olmayan “yardıma muhtaç”lar… Herkes başkanı arıyor… Para istiyor… Vermeyince de küfürler edip çıkıyor… Yıllarca “beslediklerin” yüzsüzlüklerini kat be kat arttırıp her gün yanlarında bir kişiyi daha getiriyorlar…

Bir de gazeteciler ve fotoğrafçılar – tasarımcılar gibi fırsatçılar var… “İşimizi yapıyoruz” klişesinin altına gizlemeye çalışarak kendilerini haklı çıkarmaya çalışan…

Normaldekinden kat be kat fazla paralara aynı hizmeti satan, parayla haber yapan, istedikleri parti öndeyken yayınladıkları anketi desteklemedikleri öne geçince kaldıran…

Utanmadan “bu dönem bizim hasat zamanımız” diyerek, para ile ilan vermeyenin haber niteliği taşıyan haberini bile yayınlamayacak kadar onurlu gazetecilik yapan…

Normalde haftada bir baskı yerine haftada 3’e 4’e çıkaran gazetelere değil lafım… Haber niteliği taşıyan her şeyi tarafsızca yayınlayan, para ile reklam vermeyen parti ve adaylarınkini bile…

Bu vesileyle, benim tüm yazılarımı, siyasi olanların birçoğunda onunla taban tabana farklı görüşte olmama rağmen, hiçbir sansür ve kontrolden geçirmeden yayınlama büyüklüğünü gösteren, bu dönemde de fırsatçılık yerine gazetecilik yapan ve haber niteliği taşıyan her şeyi yayınlayan 0282 Tekirdağ Gazetesi sahibi, gazetenin A’dan Z’ye her şeyini tek başına göğüsleyip çalışan Bedia İLERLER’e teşekkür ediyorum ve onu bu dönemde daha da çok takdir ettiğimi belirtmek istiyorum…

Bir de israf edilen paralar var bu dönemde… Gereksiz yere harcanan, hiçbir işe de yaramadığına inandığım…
Afişler, el ilanları, broşürler, büyük posterler… Bunların hepsi gerekli ve faydalı iletişim araçları… Ama bayraklar…

Kimseye faydası yok, tanıtım için işe yaramıyorlar, görüntü kirliliğinden başka bir işe yaramıyorlar… Zaten yarıştaki partilerin çoğunun rengi kırmızı – beyaz, bu da ayırt edilmelerini imkânsızlaştırıyor…

Kimse “aaa bu parti ne çok bayrak asmış, her yerde “sadece resimli ama mesajı falan olmayan” afişleri var, kesin kazanır, hadi ona oy verelim” demiyor… Ve o bayraklar, hiçbir şey anlatmadıkları gibi, seçimin ertesi günü çöp oluyorlar…

Bir de ses kirliliği var… Kimsenin dinlemediği, adaya özel olsun diye binlerce lira verilip yaptırılan; ki yine normalde öyle bir paraya yapılamayan; şarkılar çalınıyor sokaklarda, yollarda… Kimse “vay be, ne şarkı yapmışlar adamlar, dur bakıyım dinleyim acaba ne anlatıyor?” demiyor… Zaten hiçbir şey de anlatmıyor insanlara o şarkılar… Ses kirliliğinden öte bir şey değil…

Tüm bunlar… Bu israf edilen bayraklar, ses kirliliği yaratan cihazlı minibüsler, seçmene hiçbir şey ifade etmediği gibi, kimi zaman dalga geçilen, kimi zaman da sinirle küfür edilen şeylerden öte bir şey olmuyorlar…

Seçmenin oy verme sebepleri çok farklı… Seçmen davranışını anlayamayanların siyaset yaptığı bir ortamdayız… Ve onları anlayan tek parti uçmuş gidiyor… Buna “Dur!” demek için, önce yeni nesil siyaseti öğrenmek ve seçmeni tanımak gerekiyor… Eski devrin kapandığını kabul etmek…

NUR ERDEM ÖZEREN
21.03.2009

13 Mart 2009

Peri Masalı

Her kız çocuğunun bir peri masalı hayali vardır...hele birde 80'den sonra doğduysa; "pamuk prenses"leri,"sindrella"ları, "uyuyan güzel"leri, "rapunzel"leri dinleyerek uyuyup,"babie" bebekleriyle oynayarak büyüdüyse ve en önemlisi "Sezen" dinleyerek bir genç kız olduysa...

Hep hayal kurar; bir kahramanın, bir prensin gelceğine dair ve onu en zor durumdan kurtaracağına dair...çizer kafasında o adamı...sonra arar bir ömür...

Bunun olmayacağına dair gerçeğin yüzüne vurulduğu gün yıkılır...işte bir kız için toparlanılması en güç durumdur bu...kaybettiklerine mi yansın, yıkılan hayalleririne, kırılan ümitlerine mi bilemez...gerçek hayattaki adamlar ne kahramandır ne prens... beyaz atları da yoktur, cesur yürekleri de...

Erkeleri hiç bilmem...onlarda bir ömür o hiç el değmemiş, güzeller güzeli prenseslerini mi ararlar?

Bu geceden anladığım budur...arıyorlar sanırım...

Ben işim gereği her yıl bu masalları okuyorum 5-6 yaşlarında ki o müthiş yaratıklara...şimdi diyeceksin ki neden bu kötülüğü yapıyorsun onlara? okuyorum ama ardından hep tartışıyorum onlarla...sakın onlar ne anlar tartışmadan diye düşünme canavar gibiler...kafalarını karıştırıyorum...karışık kafalar iyidir çözümler karışık kafalardan çıkar...bir de bir iki çizgi film var masallar üzerinden gerçeklerin yüze vurulduğu onları izletiyorum...kimbilir belki birgün "öğretmenim işte bunu anlatmak istemişti" derler,birkaçına faydam dokunur...

İşin aslı şudur ki... masallar gerçek dışıdır...masallara bağlı umutlarsa hayal kırıklığı olur gün gelir...masalları gerçekleşenler de var...yok mu? elbette onlar masallara inanmakta haklıdır sonuna kadar...

Ben şimdilerde gerçek hayat hikayelerini okuyup dinleyip onlara inanıyorum çaresizlikten, barbie bebeklerim dolabımın en üstünde ulaşılması en zor yerde, ama Sezen yol göstericim...

umarım sen de masalı gerçekleşenlerden olursun...

Gizem Şenol

11 Mart 2009

90 - Çözemedim Bu Ayrılık Bize Ne Sağladı? Ne Faydası Vardı?

Belki de yüzüncüye dinliyorum bu şarkıyı… İki gündür… O kadar çok şeyi sorgulattı ki bu iki cümle… Bu iki soru bana…

Son iki – üç saattir de ev arkadaşım İsa ile konuşuyoruz… Sorguladıklarım üzerine… Onun da sorguladıkları ile birleştirerek…

Bu hızlandırılmış, sıkıştırılmış hayatlar bizi bu hale getiren… Kendimize, sadece bize, sadece sevdiklerimize ayırdığımız her dakikayı her geçen yıl azalttığımız… Yalın olarak hiçbir şeyi yaşayamadığımız…

Yemek yemek için bile hızlı bitsin diye dürümü – yarımı seçtiğimiz, para kazanmak denen şey uğruna günümüzü gecemize kattığımız, bir daha geri gelmeyecek olan yıllarımızı harcadığımız…

40’ından sonra rahat olmak için yıllarca çırpınıp, 40’ına geldiğinde 20 yaşına geri dönmek için elimizdeki her şeyi vermeyi hazır hale geldiğimiz…

Kendi ellerimizle her şeyi kirlettiğimiz, göz göre göre her şeyi yok ettiğimiz, elimizdeki tüm değerleri, tüm güzellikleri kaybedene kadar çaba sarf edip, kaybedince kıymetini anladığımız…

İlişkilerin kısır bir döngü haline gelmesini sağlıyoruz… Sonra da kurtarmak için çaba sarf ediyoruz…

Dünyanın en değerli varlığı olduğunu düşündüğümüz insan hayatımızdayken, zekasıyla, iyiliğiyle, güzelliğiyle, her şeyiyle herkesin imrenerek baktığı insanken hayatımızda olan, dünyanın en salak sarışını, esmeri, kumralı, en basit kadını çekici gelebiliyor… Bir anlık heyecan için heba edebiliyoruz yaşananları, kendi ellerimizle mahvedebiliyoruz her şeyi…

Ya da öyle alıveriyor ki bu hızlandırılmış hayat bizi içine, “onun için” bir şeyler yapmayı, onu mutlu etmek için çaba sarf etmeyi, onunla huzurlu, mutlu vakit geçirmeyi unutuyoruz, erteliyoruz, buna zaman ayıramıyoruz…

Onu mutlu etmenin verdiği mutluluğu unutuyoruz… Sadece ona ayırdığımız vakitleri yok ediyoruz… Hızlandırılmış hayatımız uğruna…

Yakın arkadaşlarımızla, ailemizle, onunla görüşeceğimiz zamanları sıkıştırıp, takvimimize bir toplantı zamanı gibi işliyoruz… Başka türlü vakit ayıramadığımızdan…

Tüketiyoruz her şeyi… Sonra da kaybedince soruyoruz… “Bu ayrılık bize ne sağladı? Ne faydası vardı?” diye…

Başka kimseyi yerine koyamıyoruz… Birinin gelip masamızın başköşesinde duran fotoğrafını indirtecek duyguları yaşatmasını bekliyoruz… Herkesi onunla kıyaslayarak… Herkesin bir şeyleri ondan daha kötü oluyor ya, anında siliveriyoruz…

Zaman geçiyor… Kötüler unutuluyor… İyi şeyleri hatırlamaya başlıyoruz… Tekrar… Rutine bağladığımız eski ilişkimizi hatırlayıp sanki yeniden başlasa o mutlu günlere dönecekmişiz gibi kendimizi kandırıyoruz… Üç gün sonra eski kavgalara döneceğimizi bile bile…

Birlikte büyümekten kaynaklanan zaman yanlışını tekrar görüyoruz… Bizim neslin ortak derdi olan, erken yaşta başlayan, yarı evlilik tarzı ilişkileri… Küçükken başlayıp, birlikte büyünen… Karakterler oturturken yaşanan… Sonra büyüyünce biten… Bu yüzden de yerine konamayan…

Karşı konamaz bir süreç bu… Bizim seçme hakkımızın çok da olmadığı… Engel olamadığımız… Karşı koyamadığımız… Seçme şansı bırakmayan…

Zamanla bitiyor işte… Siz ne yaparsanız yapın, kurtaramıyorsunuz… Kirletip yok ettiğiniz ilişki rutine bağlanıyor önce… “N’aber – N’apıyorsun? – İyi ben de işte…” ile biten gereksiz, heyecansız, ruhsuz konuşmalar sonu bağırıyor bir gün gelip…

Kendini suçlamak nafile… Herkes suçlu… Ayrılsan da bir şey değişmiyor… Çözemiyorsun bu ayrılık bize ne sağladı, ne anlamı vardı… Devam etsen de mutlu olamıyorsun… Engel olamıyorsun sürecin bu sonuna…

NUR ERDEM ÖZEREN
11.03.2009