20 Eylül 2009

Sarı Lira Gibi Ömrümüz

Yaşamak değil, beni bu telaş öldürecek...
Dediği gibi şairin;
O telaşla bırakın Paris yolunda
Ilık rüzgarlara taratmayı saçlarımızı
Sevdiğimizle doyasıya bir sohbet bile edemedik biz....
Gözümüz saatte söyleştik hep,
Koşuşur gibi seviştik, yarışır gibi çalıştık.
Hep yetişilecek bir yer vardı
Aranacak adamlar, yapacak işler...
Bir sonraki günün telaşı bir öncekinin tersine bulaştı,
Başkalarının hayatı bizimkini aştı.
Kör karanlıkta çalar saat sesi yerine;
Kuşluk vakti kızarmış ekmek kokusu
Veya yavuklu busesiyle uyanma düşlerini
Ha babam erteledik.
20’li yaşlardayken 30’lara kurduk saatin alarmını,
30’larımızda 40’lara, belki sonra 50’lere....
Lakin öyle yanlış kurgulanmış ki hayat,
Kuşlukta uyanma fırsatı sunduğunda size,
Artık uyku girmez oluyor gözlerinize...
Doyasıya söyleşmek,
Telaşsız sevişmek için bol zamana kavuştuğunuzda,
Söyleşecek sevişecek kimsecikler kalmıyor yanınızda...
Özenle yarına sakladığınız bir sarı lira gibi ömrünüz,
Vakti gelip sandıktan çıkardığınızda,
Bir de bakıyorsunuz ki Tedavülden kalkmış...

Erel BLEDA

13 Eylül 2009

110 - ÖSS Birincisi, Hayat Sonuncusu – 2

ÖSS’nin puansal sonuçları açıklandıktan hemen sonra bir yazı yazmıştım bu başlıkla… İlk yarısı cemaatin eğitim sistemine kattıklarını ve aldıklarını eleştiren… İkinci yarısı gençlerin sınavı gereksiz yere büyütmesini ele alan…

Şimdi tam da zamanıyken, herkes üniversitelerine yerleştirilmişken, üzerinden geçen zamanlar ikinci ve üçüncü yazıları yazıyorum… O kadar uzun ki yazacaklarım, bir tane daha da yetmiyor…

Facebook’ta yorum yapan arkadaşlarıma cevap vermeyi düşündüm, ama söyleyecek o kadar çok şey vardı ki, ikinci ve üçüncü yazılar daha doğru bir karardı bence… Tek tek cevaben bir yazıyla…

Önce FEM dershanesinin, mensubu olduğu grubun, diğer eğitim kurumlarının ve namı diğer “cemaat”in yaptıkları ve yapmak istedikleri ile ilgili yanlış anlaşılmaları düzeltelim… İkinci yazıda ise sistemle ilgili görüşlerimi yazacağım…

ÖSS birincisini Urfa’nın bir köyünden getirmişler, 8 aydır da ailesini görmüyormuş… Okulunun yurdunda kalıyor… Eğitim alıyor…

Ailenin yanından çıkıp 8 ay hiç görmemeye değecek şeyler değil bunlar… Bir sınav uğruna hayattan ve 18 yaşından vazgeçmeye değmez…

Ben o çocukların köylerinde kalmaları ve çoban olmaları daha doğru demiyorum… Daha önce de söyledim… Urfa’da da okuyup “hayatta” başarılı olan örnekler de var…

Ben bu başarılar geçici ve değersiz diyorum… Hatta başarı bile değil hayatta… Bunu 25 yaş üstü herkes çok iyi biliyor… Ki buna ikinci yazıda daha çok değineceğim…

O çocuğa sadece ot ot ders çalışmak öğretiliyor, insan olmak değil… Asıl mesele burada… İyi bir insan olmak öğretiliyor belki de, o öğretilirken hayatın dersten itibaren olduğu gösteriliyor… Ya da insan olacaksa da dinibütün insan yetiştiriliyor… Kendi kararı olmaksızın…

Hoş, ben çok daha rahat, modernlik adı altında ipin ucu kaçmış yetiştirilmesine daha karşıyım ama bu da en az onun kadar tehlikeli…

Çünkü amaç çok belli… Cemaate hizmet edecek, vefa duygusu ile donanmış bireyler… Sen istersen çekip gidebilirsin, ama öyle çok iyiliği dokunuyor ki sistemin sana, ve öyle bir vefa duygusu ile yetişiyorsun ki, zaten sistemin içinde kalıyorsun…

Tekrar söylüyorum, helal olsun bu sistemi kurup tıkır tıkır işlettirdikleri için… Helal olsun yatırımı eğitime yaptıkları için…

Bu kadar gence ulaşabilen başka bir oluşum olmayışını ayrıca takdir ediyorum, yapmayan diğer tüm kurumları da eleştiriyorum, ortamı boş bıraktıkları için…

Evet yaptıkları işte bir numaralar, hem de dünyada… Dünyanın en büyük sivil toplum örgütlenmesi olduğu konuşuluyor…

Belki de bu yüzden, sıkıntı şu ki, kimse artık hakkında konuşamıyor… Bu gücün karşısında durmak, karşısında olmak istemiyor kimse… Bir genç Facebook’ta grup açıyor “GÜLEN’in gerçek yüzü” diye, kimse üye olmuyor…

Sırf bu gücün içinde yer almak için yeni cemaatçi olanlara yine diyecek hiçbir şey yok… Krizden çıkmanın bir numaralı yöntemi diye yazmıştım birkaç ay önce… İşte taktik… Cemaatin yeni üyeleri… Herkesi bir dinibütünlük sarıyor…

Gençlerin sistem yüzünden bu oluşumlarla yüz yüze kalması görüşüne ise hiç katılamıyorum… Kimse seni zorla almıyor oraya… Ne cemaat zorluyor seni, ne diğerleri…

Mecbur değilsen girmezsin… Hep yoksulluk, hep sistem suçlu… O yüzden PKK’lı olunur… O yüzden aşırı dinci olunur… Katılmıyorum… Katılamıyorum… Parasızlıktan, destek olan neresi olursa oraya kaymak zorunda değil kimse… Şerefiyle yaşamaya devam eden onlarca yoksula da, o çocuklara yıllarca yatırım yapanlara da hakaret oluyor bence bu yaklaşım…

NUR ERDEM ÖZEREN

13.09.2009

109 - 2020’ye Kadar Ramazanlar… Ve 30 Ağustos Resepsiyonları…

Geçen yıl bu zamanlarda bir yazı yazmıştım… “2017’ye kadar Ramazanlar…” başlıklı… Yanlış hesap yapmışım… 2017’de Haziran ayına denk gelecek Ramazan… Benim öngördüğüm sıkıntılar o zaman da devam edecek… O yüzden aslında 2020’ye kadar sürecek bu dönem…

Her şeyden önce günler uzun olacağı için oruç tutanların sayısı azalacak demiştim… Bu yıl görüyorum ki yıllardır düzenli oruç tutanlar bile beceremedi… Tutmuyorlar…

Gündüz vakti açık havada çay bahçelerine bakıyorsunuz, genelde dine belli bir yaştan sonra yaklaşık oruç tutmaya başlayan orta yaş üstü amcalar çaylarını içiyorlar… Onlar da vazgeçmiş oruçtan… Uzaklaşıyorlar…

Taksim gibi eğlence yerlerinde hayat kesintisiz devam edecek demiştim… Bir arkadaşım Ramazan’ın ilk günü Ortaköy’e gidiyor arkadaşlarıyla… Bir mekâna… İçki içmediği için mekân sahibi onları uyarıyor…

Tatil beldelerinde eğlence tam gaz devam edecek demiştim… Hiç Ramazan gelmemiş gibi… Öyle de oluyor… Ramazan’da tatile giden onlarca insan var tanıdığım…

Dini inancını oruca bağlayanlar uzaklaştıkça uzaklaşıyorlar inançlarından… Oruç tutmadıkları için…

Ama her şeye rağmen gelenekselleşmiş iftar sofraları devam ediyor… Tam iftar vakti sokaklar bomboş oluyor…

Yanıldığım tek konu, medyada bu konulara yer verilmemesi, provoke edilmemesi… Ne mutlu bana ki şimdilik yanılıyorum… Toplum bu konuda ikiye bölünmüyor… Belki de gündem sel ve benzeri başka konularla meşgul olduğundan…

Belki de birkaç yıl sonra yaşanacak söylediklerim… Ya da belki o kadar azalacak ki oruç tutanların sayısı, iftar saat 9’da olunca, tepki verecek insan da kalmayacak…

Yine de Ramazanların artık eskisi gibi yaşanmadığı ve yaşanmayacağı kesin… Aslında dini bir gerek olmasına rağmen, bizim geleneğimiz haline gelmiş Ramazanlar…

Önce bayramlar çalışanlar için tatil olmaya başladı birkaç yıl önce… Şimdi de Ramazan ayına ait gelenekler değişmeye başlıyor…

Belki de ben hala eskilerde kaldığımdan, geleneklere saygımdan, dine bakış açımdan ilginç geliyor bazı yaşananlar bana… Oruç tutmasam da… Tutanlara da tutmayanlara da eşit mesafede durmaya çalışsam da…

İlginç gelen bir olay oldu yaşadığım… 30 Ağustos’ta… Hayatımda katıldığım ilk 30 Ağustos resepsiyonunun davetiyesi ile başladı şaşkınlığım…

Başlangıç saati 20:30, iftarın 19:56’da olduğu gün… Yorumluyoruz davetiye alan ekip olarak… Herhalde yemek yoktur, iftar sonrasına göre planlanmıştır diye…

İftarı alelacele yapıp geçiyoruz resepsiyonun yapıldığı yere… Girişte bir kuyruk… Yemek kuyruğu… Şaşkınlık içindeyim…

İçeride yiyeceklerin yanında yapılan içecek servisi de ilgi çekiciydi benim için… Bira ve şarap kadehlerinin olduğu bir tepsi geçti bir ara önümden…

Genelkurmayın aldığı kararla belirlenen bu saat ve servis edilenler, Ramazanı hiçe sayar nitelikte gibi geldi bana…

Sonra düşündüm… Aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık… Bunu yapmasa da AKP yanlısı denecek… Yapıyor, AKP karşıtlığından kanaatimce…

Ne kötüdür ki Ramazan, İslam, Müslümanlık sanki AKP tekelindeymiş gibi bir algıyla, yanlış uygulamalar yapıyor her kurum siyasi nedenlerle… AKP karşıtı ya da yandaşı konumlanmayla… Yazık oluyor…

NUR ERDEM ÖZEREN

13.09.2009