25 Ocak 2009

85 - Çalışan ve Üretenle Hazırdan Geçinen Farkı…

Ekonomik krizde durgunluğu önlemek için bir başka hareket yaptı hükümet… Sicil affı çıkardı… Ama uygulanabilecek mi? Ya da uygulanmaya başlansa bile ne gibi ön koşullarla ve hangi şartlarla uygulanacağı konusu devreye girince kimler yararlanabilecek bakacağız…

Muhtemel bankalar öyle kriterler koyacaklar, öyle notlandırma sistemleri uygulayacaklar ki, “silinmiş” siciliniz sistemde göründüğü için çok bir fark olmayacak…

Türkiye’de kökten değiştirilmesi gereken 3 konu var… Biri eğitim… Biri de bankacılık ve finans ile vergi sistemi… Diğerine hiç girmemeli şimdi…

Bankacılık, finans ve vergi sisteminde ihtiyaç duyulan temel değişiklik, çalışan ve üreten ile çalışmadan kazanan arasındaki ayrımı daha doğru yapmak…

Böyle bir değişiklik özellikle de kriz dönemlerinde başarılı sonuçlar doğuracaktır…

Kriz dönemlerinde insanlar yastık altındaki paralarını harcamazlar, kenardaki paraları çıkarmazlar, mevduatlarına dokunmazlar…

Maaşlı çalışanlar ya da üreticiler, esnaf, tüccar, zaten kenarda para bulundurmuyor pek… Krizden çıkma çabasıyla… Elindekinin tamamını kullanıyor…

Asıl kenarda parası olanlar; sadece o parayla geçinenler, mevduatının faiziyle ya da kirasının geliriyle geçinenler…

Daha önceki kriz yazımda yazmıştım…

“Zor yaşam şartlarının, esnafın yüksek maliyetlerinin, dönmeyen piyasanın temelini kiraların oluşturduğunu düşünüyorum… Esnafın 2 ay ödeyip bir daha ödeyemediği…

Utanmadan bu paraları isteyen, tek gelir kaynağı kira olan, çalışmadan, üretmeden geçimini sağlayan mal sahiplerinin buna dur demesini beklemiyorum… Ama toplum olarak bu kiralara kendimiz dur demek zorundayız… Zaten yakında mecburen diyeceğiz…”

Bu şekilde geçinenlerin vergilerini bile (stopaj) onların adına kiracılar ödüyor… Ve öyle bir gelir ki bu kira geliri, öyle fahiş ki fiyatlar, “orada iş yapacağıma kiraya veririm daha iyi” diye düşündürtüyor insanlara…

Mevduat ve gayrimenkul sahiplerine düşman değilim… Derdim bu değil…

Ancak gayrimenkul ya da mevduatın sadece sahibine faydası var… Oysa aynı paraya sahip olup yatırım yapan, bir sürü insana iş imkanı sağlayan, kendisinden başkaları için de bir şeyler yapan bir sürü insan var…

Asıl derdim, bunlar arasında olması gereken ayrım… Üretenden, çalışandan, başkalarına iş imkanı sağlayandan daha az vergi alınıp; yatarak, çalışmadan, mevduat ya da kiradan geçinenden çok daha fazlası alınmalı…

Daha yüksek oranda vergi alınmalı ki, kenarda parası olan yatırım yapsın, kendisinden başkasına faydası olsun…

İnsanlar da bunu kendine yakıştıramamalı aslında bence… Hiç çalışmadan, hazırdan, kenarda duran, kendi kazanmadığı, aileden kalmış para ya da malvarlığı ile geçiniyor olmayı…

Üretmenin, başkalarına da fayda sağlamanın, yatırımcı olmanın bir erdem olduğunu görebilmeli…

Emekli olmuş, yıllarca çalışmış kazanmış olana ya da bir yandan yatırım yaparken bir yandan mevduat ve mal sahibi olana değil lafım…

İş bu kanun düzenlemesini yapmaya gelince bu ayrımlar, oranlamalar doğru yapılmalı tabiî ki…

Toplam servetinin belli bir kısmından fazlasını kenarda biriktirememeli insanlar… Ya da belli bir yaşa kadar…

Bunu insanlar kendileri iradeleriyle yapmıyorlar… İşte burada da devlet, kanunlar devreye girmeli… Çalışanlar çalışmayanı, üretenle yatanı ayırmalı… Biz ayıramıyoruz… Devlet baba yapsın bari…

NUR ERDEM ÖZEREN
25.01.2009

18 Ocak 2009

84 - Siyaset Askerden ve Hukuktan Öç mü Alıyor?

Çok ağır ve iddialı bir başlık sanırım… Bu kurumları birbirinin düşmanı gibi gösteren… Ben öyle olmadığını, öyle olmaması gerektiğini düşünüyorum, birbiriyle etkileşim ve uyum içinde çalışması gerekiyor, ama yıllarca hep farklı “taraf”larda oldular bugüne kadar ve son günlerin fotoğrafı da aynı gibi geliyor bana…

Ne demek istiyorum? Geçmiş yıllarda, askerler yönetime el koyduklarında “eski” siyasetçileri kelepçeleyip, yargılamadan önce, yargılamaya götürürken, kötü muamelede bulundular… Toplum nezdinde önemli olan, değerli olan şahısları, siyasetçileri, kelepçeleyip yargılamaya götürdüler…

Bugün Sabih KANADOĞLU için söylenen “saygın bir kişi” olması nedeniyle bu davranışın yanlış olduğu fikrini hiçe sayarak, o günün “saygın” siyasetçilerine “saygın değilmişler gibi” davrandılar…

Şimdi aynı muamele, bir zamanların paşalarına yapılıyor… Her ikisi de yanlış bence… Çağırdığınızda gelecek birini, kaçak olmayan birini, suçluluğu netleşmemiş birini, kesin suçlu gibi davranarak, gecenin bir yarısı, apar topar evinden alıp götürmek, yapılan muamele, her kime yapılırsa yapılsın yanlış…

Ama mademki siyasi bu soruşturma, o zaman ben de bunu “siyasetin askerden öç alması” olarak değerlendiriyorum…

Ya da hukukçuların hukuk önünde siyasetçilere yıllardır davranışlarına, düşmanmış gibi sorgulamalarına, memlekete hep kötülük yapmışlar gibi davranılmalarına karşılık, hukuktan öç alıyor belki de…

Ben bu tip soruşturmaların siyasi olduğuna inanamıyorum, inanmak da istemiyorum… Hukuka olan güvenimi kaybetmek istemiyorum… Ama bu soruşturmayı takip eden herkes bunun resmen siyaseten yönetilen bir soruşturma olduğunu düşünüyor ve sadece bu düşünce bile yeterli bir delil halkın hukuka güvenmediğini gösteren… Hukuk değil siyasetin yönettiği bir soruşturma…

Eğer soruşturma ve hukuk üzerinde şaibeler olmasaydı, bu soruşturma “herkesin yargılanabildiği” gerçeği ve dokunulmazlıkların konuşulması için bir ortam oluşturacaktı…

Asker, hukukçu, bürokrat, siyasetçi fark etmeden “herkesin yargılanabildiği” düşüncesinin kanıtı olacaktı… Bence bu soruşturmanın en önemli kazancı bu… Herkes yargılanabiliyor artık bu ülkede… Eski paşalar da, eski başsavcılar da, eski siyasetçiler de…

Soruşturmanın içeriği tartışılamıyor hale geliyor soruşturma şeklinin konuşulmasından… Onu bir kenara bırakırsak, bariz bir “derin devlet” organizasyonunu görebiliyoruz… Zaten yıllardır konuşulan, tahmin edilen birçok “derin” konu, şimdi açık açık konuşuluyor…

Tuncay GÜNEY’in ruh sağlığının bozuk olduğu bariz, ancak yine de söylediği şeylerin araştırılmasına engel değil bu… Onun söyledikleri ile kimse tutuklanamaz tabi ki, ancak hakkında soruşturma yapılmaya başlanması için bir vesile olabilir, nitekim olmalı da…

O kadar “taraflı” bakıyor ki herkes bu soruşturmaya, Susurluk’ta üzerine gidilmesine “destek” olanlar, belki de bariz ilişkili olan Ergenekon’a “karşı” tavır sergiliyor…

Devleti ele geçirmek ile hükümeti devirmek arasındaki kalın çizginin farkını ayırt edemiyoruz hala… Biri suç, diğeri değil… Ama hükümeti devirme şekli önemli… Onu da doğru yöntemlerle beceremeyenler, kendi yöntemlerini deniyorlar… Bu da doğal olarak suç teşkil ediyor…

Hükümeti devirmek için bir araya gelenler, bir süre sonra devleti devirmeye yöneliveriyorlar belki de istemeden…

Ha bir de telefon dinlenmesi durumu var… Son olarak aklıma gelen… Beni 7 – 24 dinleyebilirler… Korkacak hiçbir şeyim yok… Sizin var mı dinlenmekten korkuyorsunuz?

NUR ERDEM ÖZEREN
18.01.2009

11 Ocak 2009

83 - Çekim Merkezi Yaratmak…

Uzun zaman oldu Tekirdağ ile ilgili yazı yazmayalı… Ulusal meseleler ya da evrensel tespitlerimden vakit olmuyordu belki de… Ama son günlerde çok içinde olduğum, Tekirdağ ile ilgili gibi görünüp, herkesin örnek alabileceği bir olay var yaşadığım…

Bugün, tam da şu sıralarda bir seçim var Tekirdağ’da… Tekirdağ Ticaret ve Sanayi Odası seçimi… Meclise 12 gruptan 7’şer kişiden 84 kişi seçilecek… Sonra da bunlar bir araya gelip Yönetim Kurulu ve Başkan’ı seçecek… Ancak tabiî ki her seçimde olduğu gibi Başkan adayları ve tahmini Yönetim Kurulu belli…

Peki bu seçimde farklı olan, dikkat çeken, örnek olabilecek olay ne? Ticaret ve Sanayi Odası’nın seçimine “bu kez” olan ilgi…

Yıllardır yapılan seçimlerden kimsenin haberi bile olmazdı… Başkan adayı bile çıkmazdı belki de… Uzun süre aynı kişi, farklı farklı yönetimlerle seçilirdi… “Hizmete” devam ederdi…

Kimse ne Ticaret ve Sanayi Odası’nın adını duyar, ne etkinliğini duyar, ne ne yaptığından haberdar olur, ne de yönetimine talip olurdu…

Mevcut yönetimin seçildiği seçimlere kadar bu böyle gitti… Bir grup Tekirdağlı sanayici, tüccar ve işadamı, yönetime talip oldu… Seçildi… Ve birkaç yıldır çeşitli etkinlikler yapıyor…

Bunların en önemli, daha doğrusu geçmiştekilerden farklı olan iki tanesi yeni, teknolojinin ve mimarinin tüm imkânlarının kullanılarak yapılmaya çalışılan binası ve oda üyeleri ile iletişim için kullanılan araçlar oldu…

Peki bunlar ne işe yaradı? Yani muhteşem işler mi yaptı bu yönetim? Yapılabilecek her şeyi, en iyi şekilde mi yaptı? Belki de hayır! Ama çok önemli iki hareketle Ticaret ve Sanayi Odası’nı “Çekim Merkezi” haline getirdi…

Bugün kıran kırana seçim mücadelesi olmasının en önemli mimarı mevcut yönetim…

Bugün Tekirdağlı insanların tanıdığı neredeyse tüm isimler, Tekirdağ için veya kendi için bile olsa bir şeyler yapmaya çalışan neredeyse herkes bir yerlerden, kendi grubundan aday olmaya çalışıyorsa, yönetime talipse, taşın altına elini koymak istiyorsa, bugünkü yönetimin başarısıdır…

Bu adaylıkların bir kısmı kendi çıkarları için olabilir… Hatta öyle olduğunu da biliyoruz… Herkes çok Tekirdağ aşkıyla yanıp tutuşmuyor… Ama bu, bu yönetimin bu konudaki başarısını azaltmaz, aksine arttırır…

Kendi çıkarları için bile olsa, insanlar önceden bu makamlara talip olmuyordu… Tekirdağ Ticaret ve Sanayi Odası, “olması gerektiği gibi”, “TOBB’un Türkiye çapında olduğu gibi”, ilin en önemli güç merkezlerinden biri haline geldi… Bu nedenle talep de arttı…

Mesela yine bu nedenle biz de, Tekirdağ Anadolu Lisesi Mezunları Derneği olarak, 5 yıldır yaptığımız “Meslek ve Üniversite Tanıtım Günleri”ni bu yıl Tekirdağ Ticaret ve Sanayi Odası ile ortak düzenlemek için işbirliğine başvurduk… Ve çok da güzel oldu…

Bugün artık Tekirdağ Ticaret ve Sanayi Odası, atanmışların, devlet adına burada olanların yanında, Tekirdağ’da yaşayanlar adına Tekirdalılardan oluşan çok güçlü bir kurum…

Umuyorum ki bu kurum gücünü hep Tekirdağ’dan ve Tekirdağlılardan almaya devam ederek “Tekirdağ için” hizmete devam eder…

Kim seçilirse seçilsin, hangi grup, hangi aday, hangi isim olursa olsun, tek amaç olsun isteriz, Tekirdağ için hizmet edecek ve çıtayı daha da yükseltecek bir yönetim olsun…

Peki ben bu yazıyı neden bugün yazıyorum? Neden daha önce yazıp da mevcut yönetimin tekrar seçilmesi için verdiğim desteği buradan da sürdürmedim?

Seçim öncesinde beni okuyanları etkilemek istemedim… Bu süreci etkilemek istemedim… Gazetede bana verilen bu köşeyi böyle bir amaç için kullanmayı doğru bulmadım…

Bilmem doğru mudur?

NUR ERDEM ÖZEREN
11.01.2009

1 Ocak 2009

82 - Kadınlar... Ve Güçlü Erkekler…

Kadınları tanımak, onları anlamak, erkekler için en zor şey bu dünyada… Ben sadece kendi ikili ilişkilerime değil, insanlarınkilere de bakarak, onları dinleyerek ulaşıyorum bazı genellemelere…

En önemli sorulardan biri belki de, kadınların bir erkekle neden birlikte olmak istedikleri… Nesi çeker onları? Neye önem verirler? Neden devam ederler ilişkiye?

Erkeklerin güzel kadınların yanında gördükleri ve hiçbir şeye benzetemedikleri diğer erkeklerin nesi vardır o güzel ve birçok erkek için ulaşılmaz görünen kadınların o erkeklerle birlikte olmalarını sağlayan?

Bence ortak tek bir cevap var… GÜÇ. Kadınlar güçlü erkeklerle birlikte olmayı severler…

Ama bu “güç”, biraz ilk anda anladığınız anlamdan farklı, daha geniş düşünülmeli… Örneklendirelim bu “güç” meselesini…

Para bir “güç”tür… Kadınlar parası olan erkeklerle birlikte olmak isterler… Kendilerini onların yanında güvende hissederler… Onların yanında olmaktan mutluluk ve gurur duyarlar…

Şimdi aynı kriterlere bakalım… Yanında mutlu olma, gurur duyma, güvende hissetme… Hepsi birebir aynı olmasa da, diğer “güç” göstergelerinde de kadınları çeken bir şeyler vardır…

Ün, şöhret, popülarite bir “güç”tür… Ama bunu ikiye ayırmak gerek… Biri, büyük topluluklar nezdinde ünlü olmak… Ünlü dizi oyuncuları, ünlü sanatçılar, “ünlü” olan herhangi bir erkek, kadınlar için çekici bir insandır…

Hatta birçok erkeğin “ne buluyor bu adamda?” diye baktığı, hiçbir yakışıklılığı olmayan erkeklere bile “hayran” olabiliyor kadınlar… “Ay ne tatlı” diye baktıkları adamı ünlü olmamış olsa gördüklerinde eminim yüzüne bakmazlar…

“Ünlü” olmanın benzeri, popüler olmak da bir başka güç göstergesi kadınlar için… Her girdiği ortamda konuştuğu dinlenen, sosyal, birçok kişiyle iyi ilişkiler kurabilen, herkesin hakkında iyi şeyler söylediği, insanların hayranlıkla ve takdirle baktığı, birçok insan tarafından tanınan erkekler kadınlar için güçlü ve birlikte olmak istedikleri tiplerdir.

Bunun dışında gerçek güç, kas gücü de önemli bir çekim gücü kadınlar için… Vücudu güzel, kaslı erkekler, güçlü erkekler, kimi kadınlar için çok çekici olabiliyor…

En inanılmaz olanıdır belki de, maço erkekler… Kadınların çokça atıp tuttuğu, “hayatta öyle adamı çekemem” dediği, ama en çok da talep gören erkeklerdendir bu “eski Osmanlı erkekleri”… Onların otoritesi, gücü, kadın üzerinde karar verme ve uygulatma konusundaki etkileri, güçlü olduklarına kadınlara direk olarak hissettirmeleri, onların kadınlar için çekici olmalarının bir numaralı nedeni…

Kariyer… Dönemimizin en trend güç örneklerinden… Kariyer sahibi erkek güçlü erkek demek kadınlar için… İyi bir şirkette, tanınmış, bilinen bir şirkette, hele bir de mümkünse üst düzey yönetici olmak, önemli bir çekim gücü… O da güç demek kadınlar için, tercih sebebi…

Yakışıklılık… Aslında bir nevi popülariteyi tetiklediğinden midir bilmem, ya da herkeste olmayan bir “meziyet” olarak algılandığından mıdır, kadınları çeken bir unsur… Aslında “güç” kavramından en uzak olanı gibi durur… Normal bir tercih sebebi gibi… Ama kadın yakışıklı erkeği sadece beğendiği için değil, onun yanında bulunmanın diğer kadınlar üzerinde yaratacağı etkilerin de etkisiyle tercih eder biraz da… Bu, onu güçlü kılacaktır…

Peki ben bunları yadırgıyor muyum? Kadınların “güç”lü erkeklerle birlikte olmasını? Yoo hayır… Erkek adam da adam olsun da, “güç”lensin bir şekilde… Kadınların ne istediği belli…

NUR ERDEM ÖZEREN
01.01.2009