28 Aralık 2008

81 - Net Olarak Sosyalleşmek...

Dün gece yine “büyük” bir organizasyondaydım… Altında arkadaşlarımla birlikte imzamın olduğu… Ama bir kez daha mutsuz biten benim için…

Bundan tam 9 hafta önce, 2 ay 2 gün önce de aynı şey oldu… Yine “büyük” bir organizasyon… Yine mutsuz son…

Aslında her ikisinde de her şey kusursuz, organizasyonda hata yok, sorun yok… Gelenlerin hepsi mutlu ayrılıyor… Ama sorun “gelenler”de değil, “gelmeyenler”de…

Birincisi Tekirdağ Anadolu Lisesi Mezunları, ikincisi Koç Üniversitesi Mezunları için yapılan etkinlikler…
Her ikisinde de canla başla çalışan onlarca insan var… İşlerinden vakit ayırarak, ceplerinden harcayarak emek veriyorlar… Ama katılım düşüklüğü… Ve külliyen zarar…

Birinde hedef kitle 3.000 kişi… Katılım 75 kişi… % 2,5… Diğerinde hedef kitle 5.000’e yakın mezun… Artı bir de 4.000’e yakın öğrenci… Katılım 600 kişi… % 6,5 mu? Öğrencileri koyun kenara, onlar her gün görüşüyor… O da % 12,5 aslında… Mezunları değerlendirince…

Soruyorum defalarca… Ne yapmak lazım bu gelmeyen insanların gelmesi için? Neden gelmiyorlar?

İnsanları bir araya getirmeye çalışmak anlamsızlaşıyor mu artık? Network… Sadece online bir şey olmak zorunda mı? Artık insanlar “net” olarak mı sosyalleşiyorlar?

Hedef kitle analizini iyi yapmak lazım belki de… Her ikisinde de 18 – 35 yaş arası Türk insanı… Genç – orta yaşlı arası…

Bu insanların ortak yanı ne? Teknoloji… Internet… Yeniçağın yeni iletişim araçları… Eskisi gibi iletişmiyorlar insanlar…

Eskiden yapılan balolar, gece organizasyonları yok artık… Eskisi kadar en azından… Bu yaş grubu için…

Herkes çok yakınındaki birkaç kişiyle birebir görüşüyor, gerisi özel günlerde gönderilen tek yönlü tek tip SMS’ler ve mailler ile muhteşem icat İnternet üzerinden…

MSN… Facebook… Ve daha birçoğu… İletiştiğimizi sanıyoruz onlar üzerinden… Yüz yüze konuşmadan… Yüz yüze gelmeden, dokunmadan, göz göze gelmeden…

“Gerçek”ten iletişim kurmayı, sosyal olmayı unuttuk… “Net” olarak sosyalleşiyoruz artık… Mail grupları üzerinden… İnternet üzerinden sohbet ediyoruz…

Birbirimizi görmek için evden çıkmak zor geliyor artık… “Ne gereği var” diye düşünüyoruz… Uzun sohbetler etmeyi unuttuk… Topluca… İkili – üçlü sohbetlerinde konusu derin olamıyor…

Yeni nesli suçlardım bunun için eskiden… Daha doğrusu onları eğitenler… Hala bu savımın da arkasındayım… Ama bu hastalık eski nesli de sarmaya başladı…

Sadece gençler değil, artık orta yaşlılara doğru, interneti bir iletişim aracı olarak kullanan herkes etkileniyor bu iletişim şeklinden…

Birkaç kişiyiz sosyalleşmek için çaba sarf etmeye devam eden… Sayımız azaldı… Direniyoruz internete rağmen, cep telefonuna rağmen yüz yüze görüşmeye…

Yıllardır birbirini görmeyen insanların, “yeniden” görüşmek gibi; geçmişteki dostlukların, köklü ilişkilerin kopmaması çabası gibi bir istekleri falan kalmadı artık…

“Yeni” ilişkilerden, dört yanımızı sarmış olan “hayat koşuşturması”ndan geçmişle olan bağlarımızın kopmasına göz yumuyoruz…

Ama bu yeni hayatta da kalmıyor artık “toplu” iletişim… Yüz yüze iletişim… İnternet odaklı, teknolojik dostluklarımız var artık… Sosyalleşmeyi unuttuk… Unutuyoruz… Direniyoruz…

NUR ERDEM ÖZEREN
28.12.2008

21 Aralık 2008

80 - Bölünmüş Türk Halkı

Biz… Ve diğerleri… Ötekiler… Yıllardır Türkiye’de her dönem var olan bir gerçek… Çoğu zaman “birileri” tarafında yaratıldığı düşünülen…

Ama zamanla da farklı taraflar yaratılıyor… Bir gün “sağ – sol”sa taraflar, diğer gün “Türk – Kürt” oluyor…

50’lerde 60’larda sağ – sol kavgaları vardı… Tek partiden çok partiye geçtikten sonra “taraf” olma kavramı kendini göstermeye başladı…

Bir zamanların sağcıları – solcuları şimdi aynı partilerde… Yan yana siyaset yapıyorlar…

Zenginleşmeye başlayan Türkiye’de, yoksul – zengin ayrımı başladı sonra da… Zengin olmak suç ilan edildi… Başka bir “diğerleri” yaratıldı… Bir zamanların yoksullarından çıkan zenginler, geçmişlerini unuttu şimdi…

Zaman geçti, parti sayısı arttı, uçlara kayıldı, komünist – faşist ayrımı başladı…

Geçmişim komünistlerinden çıkan süper zenginler var, ama paralarını kaç kişiyle paylaştıkları meçhul… Unuttular komünist düşüncelerini…

“Diğerleri” tarafından Faşist diye adlandırılan bir zamanların milliyetçileri, kendilerinden olanları da kanunen kurtarmak uğruna, yıllarca karşısında oldukları Abdullah ÖCALAN’ı affeden kanunu kabul etmek için mecliste el kaldırdılar…

Bir ihtilal daha oldu… Bunlar bıçak gibi kesildi… Bu sefer de Türk – Kürt diye ikiye ayrılmaya başladık… PKK ateşledi, yıllarca aynı yerde yaşayanlar düşman ilan edildi… PKK ile Kürt olmak ayrımını yapamaz olduk…

Kürtçe konuşmak bile tehditler alırken, Ahmet KAYA’yı ülkeden def ederken, Sezen AKSU bile Kürtçe şarkı söyledi diye tepki alırken, 10 gün sonra TRT’nin bir kanalı 24 saat Kürtçe yayın yapacak, bir zamanların yasaklıları devletin ulusal resmi kanalında program yaparak devletten para alacak… Kadınlar için yapılan Güldünya albümünde Kürtçe bir şarkı var… Piyasada satışta…

90’lara geldiğimizde yeni bir ayrım daha ortaya çıktı… Dinci – laik… Laik – Antilaik… Refah Partisi siyaseten güçlendikçe, ona oy veren herkes dinci ilan edilip, laiklik kullanılmaya başlandı…

2000’lere geldik, AKP daha da güçlü geldi… Şimdi birileri, AKP’ye oy veren herkesi antilaik ilan ederek bir başka ayrıma gidiyor…

Bir süredir laik – antilaik diye ayrılmaya çalışıyoruz… Başını kapayanlara karşı başı kapalı olanlar… Sakallı ya da ince bıyıklılara karşı sinekkaydı tıraşlılar…

Geri kafalılarla ileri görüşlüler… Ama sadece siyaseten tuttu bu ayrım… Tabanda sertleşmedi henüz… Umarım sertleşmez de…

Şimdi bir yandan bu devam ederken, bunu tutturamayanlar şimdi yeni bir ayrımı körüklüyor, bir yandan yeni bir din temelli ayrımı alevlendiriliyor… Altını deşiyor… Alevilerle ilgili uğraşlarla… Alevi – Sünni…

Ama zamanla bu ayrımlar bitiyor… Sonra geçmişimizden utanıyoruz… “Diğerleri”ne alışarak…

Zaman geçecek, bu da bitecek… Bir bakmışsınız, diğerleri ile aynı saflarda yer almaya başlamışsınız…

“Birileri” her zaman Türk Halkı’nı bölmek için çaba sarf edecek… Her zaman bir diğerleri yaratılabilir…

Durumu sertleştirmek, “diğerleri”ni düşman gibi görmek, sadece bizi yıpratacak… Hem Türk halkını… Hem Türkiye’yi… Hem de şahsen bizi…

Kavga ettiklerimizi bir süre sonra kabulleniyoruz… Yüzlerine bakmak, birlikte iş yapmak, birlikte yürümek durumunda oluyoruz…

Taraf olmakla, düşman olmak arasındaki farkı ayırt edemiyoruz bir türlü… Ya düşmanız, ya tarafsız…

NUR ERDEM ÖZEREN
21.12.2008

20 Aralık 2008

...miş gibi... Neyse...

"sayfanın başı"ymışım gibi davran bana...

ne bileyim özen benim için,
hep en güzelini yazmak için çabala!



"fazla bilet"mişim gibi davran bana...
ne bileyim, atla otobüsün birine, sor beni; ama bulama!

bi sonraki duraktan al beni, ama hayır sakın atma.

koy bi köşeye sakla olur mu? yırtma!



"uzun zamandır açmadığın bi musluk"muşum gibi davran bana...

kolayca açabileceğin zannet ama ilk deneyişinde açama.

uğraş biraz üzerimde, çabala!



"pi sayısı"ymışım gibi davran bana...

kimseye sormadan 3 al beni mesela.

vallahi sorun çıkarmam sana!...



"yeni boyanmış duvar" gibi davran bana...

tamam, belki yaslanma ama en azından arada sırada elle bari be, ne bileyim kokla!...



"sen yelkovan, ben akrep"mişim gibi davran bana...

Hep koş peşimden.

Ama eninde sonunda yakala.

Gel yanıma hatta, pilimiz bitsin, oradan hiç uzaklaşma...



"yeni aldığın ayakkabın"mışım gibi davran bana..

tut ellerinle her akşam, hiç ama hiç kapıda bırakma...



"ıslak bi sokak köpeği"ymişim gibi davran bana...

ellerinle besle yemek ver, çeşitli oyunlar oyna.

ama sakın acıma!



"sayfanın sonu"ymuşum gibi davran bana...

bitmiş gibi gözüksem de asla bitirme, gerekirse sil başımı, ama nolur yeniden başla..



"sen tom, ben jerry"mişim gibi davran bana...

eninde sonunda yakala.

tam ağzına atacakken atma.

yeme beni sakın, kıyama!



"tabaktaki son patates kızartması" gibi davran bana...

gözün hep bende olsun, kimseyle paylaşma!



"dersin son iki dakikası"ymışım gibi davran bana...

değerimi dersin başında anla...



"boş bi bardak"mışım gibi davran bana...

dök içime her şeyini, hep dikkat et ama, beni kırma!



"kırık bi ayna"ymışım gibi davran bana...

ne bileyim, mutlaka bi yerimden bak hayata.

en ufak parçamı bile itinayla sakla..



"odandaki ayna"ymışım gibi davran bana...

hiç konuşma benimle.

yalnızca bak o siyah gözlerinle...

yalnızca bak bana!...



"saçların"mışım gibi davran bana..

yıka beni, özen göster, ıslanınca hemen kurula...



"sen asit, ben turnusol kağıdı"ymışım gibi davran bana...

ne bileyim gel istediğin zaman bir şeyler söyle, dök içini,
rengimi değiştir mesela, kızart beni hatta!



"sen sen, ben ben"mişim gibi davran bana.

sen kaç hep, ben kovalayayım...

hem bu senin için de kolay olur, hiç yapmadığın şey mi sanki...


kendin ol yeter, anlasana...


"sen güneş, bense lanet bir yağmur bulutu"ymuşum gibi davran bana...

uğraş biraz, geç bir' önüme, bir' arkama, ama en sonunda...

en sonunda...


neyse......

"doğ dünyaya" diyecektim ama......

boşver .........

nasılsa ben yokum senin dünyanda ...

13 Aralık 2008

79 - Büyüyorum…

Az önce kuzenim yatarken yanıma çağırmak geldi içimden… Yatmadan önce öpmek için… Sonra bir anda geçmişe gittim…

Yıllar önce… İlkokuldayken… Her gece yatmadan gidip babamı öperdim… “İyi geceler…” deyip… Sonra da annem yatağıma kadar gelir, beni yatırır, üstümü örter, beni öper, ışığı kapatıp çıkardı…

Huzurla uykuya dalardım… Sorumluluklarım, yapmak istediklerim, yapmam gerekenler yoktu…

Zaman geçti… Ergenliğe girdiğim dönemlerde bir kavgada bir gece babamı öpmeden gittim yatağa… Sadece uzaktan “İyi geceler…” diyerek… Öyle kaldı… Annem yine aynıydı…

O zamanlara kadar, her gün okula giderken, evden her çıkışımda annem camdan bakar, sabahları ben gözden kaybolana kadar orada olurdu… Arkama bakmasam da beni izlediğini bilerek yol alırdım…

Ne zaman çıksam yukarıdan baktığını bilirdim camı açıp… Her çıkışımda bakardım yukarı… Hala da öyle yapıyorum… Ve hala orada oluyor…

Zaman geçti yine… Ergenliğin sonları, gençliğe adım dönemleri… Araba sevdasının başladığı, ehliyet alma zamanının geldiği dönemler… Bir başka kuşak kavgası…

Ve artık geceleri yatarken “iyi geceler…” bile demiyordum… Öyle kaldı…

Zaman yine geçti… Artık annem de geceleri yatarken yanaklarımdan öpmez oldu… Odaya kadar gelip, yatağa yatınca üzerimi örtüp, kafamı öpüp gidiyordu…

Artık sadece hafta sonları, bazen bir, bazen iki gece aynı evde yatıyor, aynı evde uyanıyordum…

Hayat İstanbul’da devam ediyordu… Sorumluluklar hat safhada, büyümenin bir numaralı göstergesi…

Her hafta sonu “çocuk” oluyorum hala bir yandan… Yine ailemle aynı evde yatıyorum yatağa haftada iki gece… Ama aynı sorumluluklarla… Yastığa kafamı koyduğumda, çocuk halimle, huzurlu uyumak çok geride kaldı…

Yorgunluktan ölmedikçe, kafamda düşüncelerle, yapmak istediklerimle, hayallerimle, yapmam gerekenlerle yatıyorum yatakta… Bazen dakikalar sonra, bazen saatler belki de… Uyuyorum… Sızana kadar beynim çalışıyor…

Her sabah kalktığımda yapılması gereken onlarca şeyin bilinciyle, yatak beni içine çekiyor… Çıkarmak istemiyor…

Yaşıtlarım evleniyor… Anne oluyor… Baba oluyor… Yıllarca “yaşlı” diye düşündüğüm yaşlarda annemle babam… 49… 55…

Artık kucaklarına sığacak kadar küçük değilim… İstedikleri zaman istedikleri yerde öpebilecek kadar da…

Her gece gidip öpecek kadar “çocuk” hissedemiyorum… O kadar “saf” ve “temiz” değil artık dünya… İlişkiler… Hayat…

Onlar da beni oraya koyamıyor artık… Kocaman adamım artık… Babamın beni kucağına aldığı yaştayım… Annemin beni ilkokula götürdüğü yaşta…

Onlar çocuk yerine koysa, ben kızıyorum… Ben çocuk gibi davranmak istesem, olmuyor…

Böyle böyle uzaklaşıyor anne – baba ile çocuklar… Büyüdükçe…

Huzurlu, saf, temiz, sorumsuz, basit, çevresi dar, az insanlı, yaşanmışlıkların az olduğu yaşlar geride kaldı…

Her geçen gün birbirini kıracak yeni şeyler yaşatıyor hayat… Silmeye çalışsan da silinmeyen yaralarla… Derin yaralarla yaşamaya devam ediyoruz…

Büyüyorum… Durduramıyorum… Hayat devam ediyor…

NUR ERDEM ÖZEREN
13.12.2008

4 Aralık 2008

78 - İyi ki Varsın… ız…

Bazen isyan ediyorum… “Bu kadar yük ağır” diyorum… “Her şey beni bulmak zorunda mı?” diyorum… Biriniz çıkıyorsunuz… Düşerken tutup kaldırmak için…

Sınanıyorum biliyorum… Ölmedikçe güçleniyorum… Ondandır birkaç yıl ileride hissediyorum yaşıtlarımdan… Birkaç yıl erken yaşıyorum bazı şeyleri herkesten… Belki erken olgunluk…

Ama bu sınama geleceği erteletiyor bana… Onu da biliyorum… Bazı şeyleri de geç yaşatacak biliyorum… “Ah bir bitse… Neler yapacağım o zaman…” diyorum… Bitecek biliyorum…

Kendime güveniyorum… İnanıyorum… “Her şey çok güzel olacak…” Hak ediyorum… Kötü bir şey istemiyorum…

Ama bazen bitiyor bütün inancım… Çaresizlik hat safhada gibi geliyor… “Bu sefer bitti…” diyorum… Son nokta… Artık düşüş başlıyor…

Sonra sizi görüyorum… Birinizden biriniz oradasınız… Önümde… Arkamda… Yanımda… Elimden tutan biri oluyor… Biliyor, birazcık itse koşacağım… İtiyor… Çekiyor… İvmeyi verdikten sonra kendi halime bırakıyor…

Ben bitirince kendime güvenimi, gücümü… Siz tazeliyorsunuz… Bana olan güveninizle… Geleceğimi gördüğünüzü göstermenizle… “Bir gün bitecek”ine olan inancınızı hissettirmenizle…

Karşılığını vermeye çalışıyorum… Minnetle… Vefayla… Bitiremiyorum… İçimden geliyor… İhtiyaç olduğunda en yakınında olmak, güç vermek… Mutlu oluyorum…

Kiminiz “farklı” akrabam… Kiminiz dert ortağım… Kiminiz ikinci babam, abim, ablam… Kiminiz ağlama duvarım… Kiminiz eğlence kaynağım… Kiminiz aşk doktorum… Kiminiz moral depom… Kiminiz her şeyim…

Biliyorum tek çocuk olduğumdan… Hatta tek torun bir taraftan… Kardeşim yok diye bu kadar çok değer veriyorum size… Ama siz de bana…

İyi ki de öyle yapıyorum… Pişman değilim… Ne verirsem fazlasını alıyorum… Ektiğimi biçiyorum… Geleceği yatırım yapıyorum… Sizi biriktiriyorum…

Hayat sizi çıkardı karşıma… İyi ki de “sizleri” çıkardı… Bütün saflığımla içimi açtığım, güvendiğim, her şeyimi paylaştığım… Ya başkası olsaydı…

Yıllardır hayatımda olan… Hatırlamadığım kadar eski olan… Bir sürü akrabadan daha yakın olan… Son bir yılda tanışıp, büyük bir mutlulukla “İyi ki tanıdım seni, iyi ki varsın hayatımda” dediğim…

Kıyamıyorum ayırmaya… İsim yazmaya… Unutursam kırmamak için belki… Şu anda o kadar yakın olamasam da, yıllar sonra kaldığım yerden devam edeceğimizi bildiklerimi kırmamak için…

Çok mu fazla diyorum yayılınca bu sayı… 22 oldu şimdi sayınca… Ama hepinizin yeri ayrı bende… Bazınız apayrı, normal…

V,M,A,İ,Ö,Ö,D,B,Ş,M,P,A,T,N,A,H,M,K,G,K,İ,O,F,E…

Hiç kardeşim olmadı… Ama bir sürü kardeşim var hayatımda… Hepsinin yeri ayrı… Hepsi de ihtiyacım olduğunda da, mutluluğumda da yanımda…

Düşerken tutan… Ağlarken ağlayan… Bazen güldüren… Mutluluğumu paylaşan… Aşksızlığa çare arayan… Başarımı anlatan… Kıskanmadan… Derdimle dertlenen… Çaresizliğime çare bulan… Her an yanımda olan… Varını yoğunu paylaşan…

Kısa süreli ayrılıklar girse de araya… Fiziksel yakınlıklar kalksa da ortadan bazen…

Desteğin için teşekkürler… İyi ki varsınız… İyi ki varsın… Hayatımdan çıkma… Hayatından çıkarma beni… Ben hep hayatında olacağım… Seni seviyorum…

NUR ERDEM ÖZEREN
04.12.2008