29 Nisan 2008

54 - Seni Yaralar, Kendim Kanarım..

Dün gece finalini seyrettim Bıçak Sırtı’nın... Bir başka diziydi her hafta duygularımı kabartarak izlediğim... Çocuk sevgisi ve isteğini tetikleyecek güzellikte bir çocukla... Ve muhteşem kadrosuyla...

Aslında bir Türk dizisi için her şey mükemmeldi... Başlangıcı... Müzikleri... Kadrosu... Başrol oyuncuları... Yan rollerdeki tiyatrocuları... Suyunu çıkarmadan gelen erken finali... Tadı damağımızda bırakışı... Her bölüm sonunda bir sonraki bölümün fragmanı... Diyalogları... Öğrettikleri... Bence herşeyiyle dört dörtlük bir prodüksiyondu... Emeği geçen herkesin ellerine sağlık...

Fikret KUŞKAN’ın sağ gözünün atması, eğer gerçek hayatta tiki değilse, böyle bir oyunculuk yok… İnanılmaz… Ayrıca bütün karakterler resmen olayları, duyguları izletecek değil yaşatacak kadar güzel “yaşıyorlardı” rollerini… Kimse oynamıyordu…

Ama ben içinden çekip alacağım bazı konuları yazmak için vesile olmasını istiyorum bu dizinin... Bir kadın… Ve sizi sizden iyi anlatan şarkı sözleri…

Melisa SÖZEN’i hayranlıkla izliyordum… Bir arkadaşım sordu… “Nesini beğeniyorsun?” diye… Ben de bu vesileyle, bir kadının nesini beğenirim düşündüm…

Duruşu… Bakışları… Asaleti… Zekâsı… Doğallığı… Saflığı… Temizliği… Masumiyeti… Gizemi…

Tabiî bunların bazıları rol icabı vardı belki de Melisa SÖZEN’de… Ama bu sayede, bir erkek ne arar bir kadında onu irdeledim… Ve paylaştığım birçok erkek arkadaşım da hemfikirdi benimle…

Ama en can alıcı nokta da şarkı sözleriydi bence… Sezen AKSU’nun şarkı sözlerine hayranım… Duygularımızı, kelimeleri herkesten farklı dizerek, farklı yerlerde kullanarak anlatır…

“Biz senle sözleri susarak aştık…” “Ne kadar tutabilirsin gül uğruna dikeni…” “Başını göğsüme sakla sevgilim…” “olur olmaz yere ıslanıyorsa kirpiklerin artık her şeye, anneni daha sık anımsıyorsan hatta anlıyorsan…” “içindeki çocuğa sarıl, sana insanı anlatır…” “bir yabancı selamın ile hüzünlere daldım…” “yüreğin bende kalırsa yaşayamam…” “gidiyorum kokun hala üzerimde…” “başka sevgilerde teselli bulunca…” “her şey seni hatırlatır unutmak isterken…” “sevişirken bile yabancısın…” ”aramızda yaşanacak yarım kalan bi’ şeyler var…”

Hatırlayamayacağım ve buraya sığdıramayacağım daha birçok söz…

Sonra bir başka cevher fark ettim… Birol NAMOĞLU… Gripin’in solisti… Ve birçok sözünün yazarı…

“Zamana bırakma bizi, vücutlara böler kalbimizi, başka dudaklar değer, silinir mührümün izi… Başkasına gösterme kalbindeki parmak izlerimi…”… “hayat mars etti yine, üstelik zar tutarak, bense sıkıldım kadere hep yek atmaktan…” “Görmüyor musun kabuk bağlamıyor kanattığın hiçbir yaram…” “sustukların büyür içinde…” “ağla ağla, yüzünü ıslatmasan da, ağla…” “yokluğunda kaç damla gözyaşı eder adın…”

Bu sözler duyguları bizim normal kelime dizilişleri ile anlatabileceğimizden çok daha iyi anlatıyor bence… Okurken her birinde kendinizden bir şeyler bulursunuz…

Ve Bıçak Sırtı’nın dizi müziği de işte böyle muhteşem bir şekilde, en zor anlatılabilecek şeyi anlatıyor… “Sevgi”yi… “Aşk”ı demiyorum, çünkü bu çocuğunuza duyulan bir “sevgi” de olabilir…

Bu kadar güzel bir tarif var mı? “Seni yaralar, kendim kanarım…” “Hiçbir şeyim yok senden başka, yani ölesiye zenginim…”

İkisinin de üzerine söylenecek hiçbir şey yok… Gerçekten birilerini severseniz ve sizin için değerliyse, işte bunun en güzel tarifi bence… “Seni yaralar, kendim kanarım…”

NUR ERDEM ÖZEREN
29.04.2008

27 Nisan 2008

53 - 1016 “Cumhuriyet”çi “Halk” “Parti”li

Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1016 delegesi; Cumhuriyet’in, Atatürk’ün, Laikliğin bekçisi ve “Halk”ın temsilcisi 1016 delegesi, Türkiye’nin ve tabanlarının onlardan beklediğini yaptı! Sonsuz teşekkürler hepinize! Oylarınıza sağlık!

Bu delegelerle bu sonuç beklenirdi zaten… BAYKAL’ın seçtiği, SARIGÜL’ün dediği gibi “kendin çal kendin oyna” oyununun parçası olan bu delegeler, halktan kopuk BAYKAL’ın, halktan kopuk, tabandan kopuk, tabanın istediğini bilmeyen, aslında bilse de göremeyen, ya da uygulamaya cesaret edemeyen delegeleri…

Siyaseti proje temelli yapmak gerektiğini sadece birkaç gazete röportajında anlatabilen Umut ORAN’ı “liberal” ilan eden bir delege kitlesine hitap etti BAYKAL…

Zaten bu kongre de, BAYKAL’a TV’lerden 3 saat canlı konuşma fırsatı sunan bir organizasyondan başka bir şey de değildi… Başka türlü nerede böyle fırsat…

BAYKAL siyaseti hala laiklik, Cumhuriyet ve Atatürk üzerine oturtmaya devam ediyor… Bu stratejinin sadece ana muhalefet olmaya yaradığını anlamamış hala… Aslında biliyor da, bu ona yetiyor… Tabi kendi seçtiği delegelerine de…

Bir de kucak açma durumu vardı yine… Tüm Sosyal Demokratları ve Cumhuriyetçileri CHP’ye davet ediyordu BAYKAL… Birlik olmaya çağırıyordu herkesi yine AKP karşısında… Diğer aday aday”cık” haline getirdiği partili dava arkadaşlarına da aynı çağrıyı yapıyordu… Birbirimizle uğraşmayalım diyordu…

Bırakın birlik olmaya davet etmeyi Sayın BAYKAL, kendinize güveniyorsanız rekabete çağırın da görelim liderliğinizi ve gücünüzü… Birlik ortamı olduğu için, AKP karşıtlarının iki birlik adresinden biri olduğu için CHP’nin oyları ve gücü var, sizin sayenizde değil… Rekabet ortamı yaratın da görelim…

Rekabet olmazsa siyasi partilerin nasıl bittiğinin ilk örneği siz değilsiniz… Daha önce ÇİLLER’de, YILMAZ’da, ECEVİT’te gördük biz bu durumu… Rekabet partiyi güçlendirir, rekabetsizlik liderin egosunu… Ama partiyi bitirir… Rekabetten çıkan lider daha güçlüdür, ve o güçle rakipleri karşısında da güçlü olur… Ama nerede bunu görecek siyasi bilgi sizde…?

Solun liderlerinin tamamının sorunu bu aslında… Rekabete tahammülleri yok… Önce milli şefimiz yıllarca tek başına yönetti CHP’yi… Zorla çıktı karşısında ECEVİT…

Sonra ECEVİT ölene kadar başındaydı kendi partisinin… Onun yasağında solu devralan 2.İNÖNÜ’yü çok liderden sayamıyorum, siyasetten uzak kişiliğinden ötürü…

Ve son olarak 70 yaşında genç lider BAYKAL’ımız var yıllardır… Başka lideri olamadı Sol’un Cumhuriyet tarihinde… Hepsi de bir önceki liderini örnek aldı…

ECEVİT’in son kongrede aday olan, hem de bir bayan siyaset arkadaşına yaptıklarını ne çabuk unuttuk…

Sosyallik, demokrasi, halk gibi sol partilerin birçok kavramının tamamını gerçekten bize örnek olacak bir şekilde bugün sergileyip öğrettiğiniz için teşekkürler Sayın BAYKAL… Teşekkürler sol görüşlü tabanınızı ve halkı temsil eden 1016 demokratik delege…

Aslında solun başarısı için çözüm CHP’nin içini boşaltmakta… Bütün güçlü isimler tabanları ile birlikte istifa edip geçecekler DSP’ye, ve öyle girecekler yerel seçimlere, sonra Baykal gidince DSP’lilerle beraber CHP’ye… İşte solda birlik….

Ben yine de gecikmemek için bir mucize ve cesaret örneği bekliyordum CHP delegelerinden… Herhangi başka birini seçerek BAYKAL’dan CHP’yi ve Türkiye’yi kurtaracak cesareti gösterseler diyordum… Hepimiz şaşırsak… Ve hepsi birer kahraman olsalar… Hayal işte… Parayla değil ya…

NUR ERDEM ÖZEREN
27.04.2008

18 Nisan 2008

52 - "Hatırla Sevgili" Türk Milleti

Birkaç aydır her Cuma akşamı bir dizi izliyorum.. Severek.. Merakla.. Ve en önemlisi de öğrenerek... Ama en çok kafamı kurcalayan dizinin isminin konusu ile çok da birebir ilgisinin olmayışıydı... Nihayet sonuna iki kelime ekleyerek dizinin yapımcılarının ya da yönetmeninin vermek istediği mesajı anladım...

Hatırla Sevgili Türk Milleti...

Unuttuğumuz yılları, hatırlamak istemediğimiz, hatta hatırlamaktan ve konuşmaktan korktuğumuz yılları hatırlatıyordu bu dizi..

Ama bu dizide öğrenilecek çok daha fazla şey vardı... O zamanlar Türk İnsanı’nın değerleri olduğunu.. İnsanların birbirlerine olan saygılarını, kibar davranışlarını... Kadın – erkek ilişkilerinin saygı çerçevsinde yaşandığını... ve daha birçok kaybolan değeri anlatıyordu...

Bir başka dikkatimi çeken de insanların iletişim kurma şekilleriydi... Televizyonsuz, internetsiz, cep telefonsuz evlerde, oturup saatlerce sohbet etme denen sosyalleşme ve öğrenme işini hatırlatıyordu...

İletişim böyle kurulur işte” diye gözümüze sokuyordu bence...

Ama herkes böyle seyretmedi yine ne yazık ki... Bir TV dizisini seyretmenin farklı sonuçlarının olabileceğini gösteriyor son zamanlarda...

Aynı Kurtlar Vadisi’ni seyredip dılşarı çıktığında “biri bana yan baksa da çaksam kafayı” diye düşünenler gibi, bu diziyi izleyip geçmişteki olaylara öfkelenip birbirine düşmeye hazırlanan insanlar oldu yine...

Ne yazık ki ortalığı gerdi son zamanlarda.. Deniz Gezmiş konusunun yeniden konuşulmasını sağladı..

Ama bence iyi de oldu... Yumuşatarak hatırlattı 60 – 80 arasını... Hala da hatırlatıyor... Bilgi vererek...

Gençler bilmiyordu o yılları.. Öğrenmek de istemiyordu... Aileleri de öğretmek istemiyordu.. Korkuluyordu o yıllar hakkında konuşulmaya... Aman evladım siyasetle ilgilenir falan, neme lazım..

Liseyi bitirene kadar da derslerde 1940’ların ortasına kadar gelinebiliyordu.. 2.Dünya Savaşı’nın bitimiyle tarih de bitiyordu ya zaten..

Liseye kadar okulda öğretmen öğretmeyecek, evde aile öğretmeyecek, hayattan sürekli bilgi talebi olan ve hep öğrenme aşkıyla yanıp tutuşan, interneti sadece araştırma ve öğrenme için kullanan, önüne şıklarla sunulmadıkça seçemeyen, toplumun her meselesiyle dibine kadar ilgilenen yeni nesil okuyup araştırıp öğrenmeyecek.. Peki nereden öğrenecek bu gençler yakın tarihi?

Şimdi sadece kendi için yaşayan, siyasetin S’sini bile bilmeyip oy kullanan, ki toplam seçmenin % 30’unu oluşturan ve bir partiyi tek başına iktidar yapabilecek güce sahip olan, ama memleket ve toplum gibi kavramlarla hiçbir şekilde ilgilenmeyen ve umru bile olmayan gençlere, birilerinin tarihlerini anlatması gerekiyor..

O zamanlar gençlerin memleket meseleleriyle ne kadar ilgilendiklerini, toplum için kafa patlattıklarını, yaptıkları herşeyi bir dava uğruna yaptıklarını, birilerinin onlara göstermesi gerekiyor..

Ama bütün bunları da özeleştirileri yaparak, mümkün olduğunca objektif veya her iki görüşü de anlatarak göstermek gerekiyor..

Bunları bilmeden büyürlerse, ya isteyen istediği bilgiyi sokacak kafalarına, ya da bir dava uğruna değil, sadece gaza gelerek kavgalı yıllara geri dönecekler..

Umarım bu kavgaların sonuçları da eskisi gibi olmaz.. “Yapmak istediklerinin bazılarının yasadışı olduğunu biliyorlardı, ama yapmak istediklerinin hiçbirini yapmamışlardı..” – Vizontele Tuuba

NUR ERDEM ÖZEREN
18.04.2008

10 Nisan 2008

51 - Pazarlama "Mucize"si

Yıllar önce bir moda başlattı.. “Podyum”lardan “sahne”lere, “mankenlik”ten “şarkıcı”lığa transfer oldu.. Yıllar geçtikçe “manken”liğini herkese unutturdu, o artık “hedef kitle”sinin gözünde “her albümü satan” ve “her şarkısı tutan” bir “şarkıcı”..

Demet AKALIN.. Kimilerine göre sıradan bir “şarkıcı”.. Ne müziği güzel, ne sözleri anlamlı.. “Sanat” değil yaptığı... Ama bu “kimilerine göre”.. Peki kendi dinleyicilerine göre..?

Peki nedir albüm yapan ve sahneye çıkan bir “şarkıcı”nın amacı? Ne olmalıdır?

“Başkaları”nın yaptığı gibi her albümde farklı bir tarz deneyerek “yeni açılımlar” yapmaya çalışmak mı, yoksa değil yeni açılım, “bambaşka” bir tarz ile dinleyicinin ve izleyicinin karşısına çıkmak mı?

Demet AKALIN bunu yapmadı... Yıllardır tarzı aynı.. “Bir de şunu deneyelim” demedi hiç.. “En ucuz maliyetli müşteri elindekidir” olgusunun bilincinde, tek derdi mevcut dinleyicilerini “doyurmak” ve “kaybetmemek” oldu, “yeni dinleyici” kazanmak için gereksiz hareketler yapmadı..

İş hedefine ulaştı.. Bir şarkıcının hedefi olan şeyi başardı.. Albümlerinin satması, sahne alacağı ekstralarının azalmaması..

Tam bir “Pazarlama Mucizesi”.. “Hedef kitle” çok iyi ve net bir şekilde belirlenmiş.. 15 – 30 yaş arası, gece kulüplerine giden, yaz döneminde Ege’ye – Güney’e, veya kış döneminde “dağlara” tatile giden, “eller havaya” müzik tarzını benimsemiş, “damar” şarkıları da tek ağızdan söyleyen, mümkünse aşk acısı çeken ve ayrıldığı kişiye “çok pişman olacaksın ama sana dönmeyeceğim” diyen bir kitle..

Bu hedef kitleye uygun sözler seçiliyor her şarkıda... Ya “damar”a girecek sözler, ya da tek ağızdan söylenebilecek “slogan”ların bulunduğu hareketli şarkılar..

Sonra da “eller havaya” tarzına uygun müzikler seçiliyor.. Gece kulüplerinde çalan yerli – yabancı şarkılara benzer müzik altyapılarına sahip şarkılar yapılıyor..

Her albümde farklı bir saç rengi ve boyu – modeli yapılıyor... “Kendimi sürekli yeniliyorum” olgusu imajla verilirken, hedef kitlenin “söz” ve “müzik” ihtiyacı aynı şekilde karşılanmaya devam ediliyor..

Hedef kitlesinin gözlerinin onu aradığı yerlerde olmaya devam etti hep.. Bodrum’da, yazlık mekanlarda, Uludağ’da, üniversite partilerinde sahne almaya devam etti bir yandan... Bir yandan da kliplerini sezona uygun şarkılara çekti...

“Nisan – Mayıs ayları, gevşer gönül yayları” olgusundan yola çıkarak içinde slogan sözler bulunan “eller havaya” şarkıları ile kendi olmasa da yüksek sesli müzik olan her yerde var oldu, Ağustos ortasından itibaren de biten aşkların ardından “damar” slowları ön plana çıkardı..

Gece kulüplerinde sahne alabilecek kadar normal seviyede tuttu hep fiyatını.. Abartmadı albümü çıktı diye... Hedef kitlesiyle buluşmaya devam etti, onlara dokunmaya..

Erkekleri güzelliği ile yakalarken ve kendine hayran bırakırken, hemcinslerinin tepkisini çekmemesinin formülü, sevgilisi tarafından terk edilen, kalleş erkeklere karşı “kader ortağı” olduklarını düşündürmekti..

Ne şarkı sözü yazdı bugüne kadar, ne müzik besteledi, ne de süper bir sese sahip oldu.. Ama hep iyi bir “şarkıcı” oldu..

Hedef kitlesine hitap edebileceği söz ve müzikleri bir araya getirip, sahne performansının ve insanları “eğlendirmeyi başarabilmenin formülü”nün “tek ağızdan şarkı söylemek”olduğunu çok iyi bildi ve kullandı..

Ve bir “Pazarlama Mucizesi” olarak, son albümü “Mucize”si ile yine bu yaz “dinleyici”sinin ve “izleyici”sinin olacağı her yerde olacak..

NUR ERDEM ÖZEREN
10.04.2008