24 Ağustos 2009

108 - Kürt Açılımı ve MHP’nin Yükselişi

Amerika yeni iktidarı buldu Türkiye’de… MHP… Ve onun koşarak gelmesi için de gerekli altyapıyı yapıyor…

Hem “Kürt Meselesi”ni bir “mesele” haline getirtiyor ve istediği şekilde çözdürecek, hem de bunu AKP’ye yaptırtarak AKP’nin sonunu hazırlıyor… Bence…

“Mesele” dedikçe, “Kürt” dedikçe, bütünlükten ayırdıkça bu bir “mesele”, bir “sorun” haline geliyor…
Türkiye’de mesele “Kürt Meselesi” değil ki… Mesele “PKK” meselesi…

Ben “Kürt”leri ikiye ayırıyorum…

Ben “Kürt kökenli vatandaşlarımızı” ikiye ayırıyorum…

Bakın bu iki cümleye… İlkini okurken resmen ayrımcılık yaparmış gibi bir ifade oluyor… İkincisinde ise bütünleştirici…

İşte bu kadar ince bir mesele bu…

Evet ikiye ayırıyorum… Bir; kendini “Kürt” hisseden, ama bir yandan da “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı” hissedebilenler…

İki; kendini “Kürt”, sadece “Kürt” hisseden, bizlerden bahsederken “Türk” diye bahseden, “biz” ve “siz” diye ikiye ayıranlar…

İşte mesele bu ikincilerde… Onlar PKK yandaşı… Onlar Abdullah ÖCALAN’a “Sayın ÖCALAN” diyor ve “liderleri” olarak görüyorlar… “Van’ı da aldık, Diyarbakır’ı da aldık…” diye konuşmalar yapıyorlar…
Kimden nereyi alıyorsun?!!!

Kürdistan isteyen, Kuzey Irak’ta zaten olan bölgeye gitsin yerleşsin… Ama Türkiye’ye de vizeyle girsin… Hatta mümkünse giremesin…

Kendini “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı” hissetmeyen tüm Kürtler, Lazlar, Çerkezler, Trakyalılar, göçmenler, Türkmenler, her kim varsa, bu ülkeden gitsinler… Ama derhal! Bir daha da zor girsinler!

Onlar ülkeyi bölmek istiyor, hatta çoktan bölünmüş görerek “Kürdistan” diye bir yerden bahsediyorlar…

Onların aralarında milletvekilleri var… Onların aralarında DTPliler var… Onlar ne yazık ki çoktan legalleştiler…

Bir de İbrahim TATLISESler var… Yılmaz ERDOĞANlar var… Haklarındaki her türlü polemiğe rağmen Türkiye Cumhuriyeti için çalışan… Kendini T.C. Vatandaşı hisseden…

Bir de ÖZAL var… Dibine kadar Kürt kökenli… Bu ülkede Başbakan olmuş… Cumhurbaşkanı olmuş… Tarihe geçmiş…

Kürt meselesi nerede peki? Başbakan da olabiliyor… Cumhurbaşkanı da… Mesele demek için gereken hangi koşul var ki bunu bir “mesele” haline getiriyoruz?

Bir arkadaşım Facebook’ta “şopar açılımı” yazmıştı geçen gün… Bu ülkede “Roman” diye yumuşatarak söylediğimiz, kendi arasında herkesin “Çingene” dediği bir grup daha var… Askere bile alınmayan çoğu zaman, devlet memuru olamayan… Onlar ne yapsınlar? Onlara ne açacağız?

Ülkeyi bölmeye çalıştıkça, bu konulara “mesele” diye yaklaşıp, sapla samanı ayıramadıkça bunlar birer “sorun” olarak çıkmaya devam edecek karşımıza…

İşte bu sorun, AKP’nin sonunu getirecek… Ve bu konudaki yegâne cesur tepkiyi veren MHP’nin yükselişini izleyeceğiz… Hele bir de yanlışlıkla Mansur YAVAŞ Genel Başkan olursa, kimse tutamaz MHP’yi…

Türkiye’de bir sürü azınlık var… Uçlarda olan… Kürt kökenli vatandaşlar bunlardan sadece bir tanesi… Aşırı Milliyetçiler var… Aşırı dinciler var…

Hepsinin normaline herkesin tahammülü var, “aşırı”sına, uçta yaşayana ise düşman olarak bakılıyor…

Sapla samanı ayırmalıyız… PKK’lı ile, PKK yandaşı ile, Kürdistan isteyen ile, Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı olan Kürt kökenli insanları ayırmalıyız… Ki huzurla yaşayabilelim…

NUR ERDEM ÖZEREN
24.08.2009

23 Ağustos 2009

107 - Akraba… Yakın… Dost…

Kriz dönemlerinde insanların birbirlerine olan ihtiyaçları arttığından mıdır bilinmez, hem kendi çevremde hem de arkadaşlarımın çevresinde hayatla yüzleşmelere şahit oluyorum son zamanlarda…

Birçok kişi zor zamanlar geçiriyor… Tam da herkesin birbirine ihtiyaç duyduğu dönemler… Ve işte böyle dönemlerde belli oluyor dostlar belki de…

Ben yıllardır birçok konuda iniş çıkışlar yaşadıkça hep yanımda beni seven, ihtiyacımda yanımda olan birilerini bulduğum için kendimi şanslı hissediyordum… Ve birkaç ay önce de “İyiki Varsın…ız…” başlıklı bir yazıyla minnetimi dile getirmiştim…

Son zamanlarda ise başka gerçeklerle yüzleşiyorum… Sorguluyorum yakınlarımı kendi içimde… İhtiyacım olduğunda elimi uzatıyorum… Tutanlar oluyor… Havada bırakanlar…

Geçmişe gidiyorum… Ben kimler için neler yaptım diye… Kimlerin uzattığı elleri tutup havaya kaldırdım diye… Hiçbir şey beklemeden… Karşılık beklemeden…

Lise sonda yıllığıma yazılan ilk yazıdaki tarifle… Önder YÖNLÜ dostumun tarifiyle…

Herkesin bildiği gibi hayat iniş ve çıkışlarıyla doludur. Her an kendini çok aşağılarda bulabilir, çıkmak için bir şeyler arayabilirsin. Kimi zaman bu aradığın şeyler birer yılan, kimi zaman da durmaksızın canla uçan bir kuş olur. Önemli olan düşmemek değil, tutunacağın dalı iyi seçip onun seni öncekinden daha yukarılara çıkarmasını sağlamaktır. İşte ben de bu önemli şeyi başardım. Düştüğüm yerde seni gördüm. Sana tutunup yukarıya, yukarıya, daha yükseklere çıkmaya başladım. Cılız kanatlarımı atıp seninkiler gibi güçlü kanatlar edindim. Her kanat çırpışımda sana biraz daha yaklaşıyor, seni kendime biraz daha yakın hissediyorum. Beni yarı yolda bırakıp “başının çaresine bak” demedin. Seninle uçmama izin verdin. Artık beraberiz. Düştüğünde ben seni, düştüğümde sen beni kaldırıyorsun. Beraber geziyor, beraber eğleniyoruz. Her geçen gün bana dosttan öte gelmeye başlıyorsun. Seninle çok şey paylaştım. Her ne kadar son zamanlarda fark edemesem de her zaman benim yanımda bir omuz uzunluğunda yakınlarımda olduğunu gördüm. En kötü en imkânsız anlarda dahi, senin nefesini hissettim ensemde. Varlığın bana müthiş güven verdi. Seni kaybetmek beni çok korkutuyor. Ama beni bırakmayacağını biliyorum. Erdem ÖZEREN bana bunu yapmaz… Bana çok şey öğrettin, hayat boyu gözümde en az bir kardeş kadar değerinin olduğunu unutma arkadaş. Benimle uçtuğun için sağol!

Yıllar sonra yakınımdakilere uzattığım elim havada kalınca düşünüyorum… Acaba karşılık mı beklemişim diye… “Sanırım evet…” diyorum içimden…

“O zaten benim yakınım… Bu yaptıklarımı herkes şartsız koşulsuz “yakın”larına, dostlarına yapar zaten…” Türkçe’de tam karşılığını bulamadığım İngilizce tarifiyle… Default…

Ama öyle değilmiş işte… Herkes için öyle değilmiş… Herkes için yakınlarının “yakın”ı olmak, uzattığı eli tutmak “default” yapılan şey değilmiş… Başka değerler varmış insanların hayatlarında… İnsanlar önce kendileri için yaşarlarmış… Öylesi doğruymuş belki de…

Bugün olsa yine yapar mıydım diye sorguluyorum kendimi sonra… Cevabımın kesinlikle “EVET” olduğunu görüyorum… Her halde ve durumda, imkânım olduğunca çevremdeki herkese hala ne kadar rahat elimi uzattığımı görerek…

Belki de enayilik… Aptallık… Akılsızlık… Ne olursa olsun, ben o uzattığım ellerin içinden geçirdiği “Allah razı olsun”larla ayakta duruyorum ve duracağım…

Ama artık öğrendim… Beklentiyi arttırmamak lazım… İnsanların sizinle kan bağları olması, sizin seçiminiz değil… Ne onların yaptıklarından sorumlusunuz, ne de onlardan bir şey beklemelisiniz…

İnsanların akrabanız olması, sizin gibi olmalarını gerektirmez… Adamsa adamdır, beş para etmezse, seçme şansın yoktur, uzak durmak gerekir…

Şimdi bu yazıyı okuyup “beni mi kastettin?” diye düşünecek akrabalarıma duyurulur… Kim ne almak isterse alabilir içinden… Ama burada bahsettiklerim sadece benim akrabalarımla ilgili düşüncelerim değil… Çevremde onlarca insandan örneklerden derleme bu yazı…

Bu yazıyı yazacağımı söylediğimde bile “evet… ben de bunu aynen yaşıyorum…” diyen onlarca arkadaşımdan biliyorum ki, yalnız değilim… Seçme şansımız yok akrabalarımızı… Varlıkları kalsın… Biz başka “yakın”lar arayalım çevremizden…

Ben 28 yılda öğrendim ki, asıl “dost”lar, “yakın”lar çok uzaktan, hiç beklemediğin yerden çıkıyor… “Yakın”larda kaybolmamak lazım…

NUR ERDEM ÖZEREN
23.08.2009