21 Şubat 2010

129 - KoruMA! YasaMA! YürütME! YARgı!

Yasama, Yürütme, Yargı… Neden bu sırayla yazılır? Aslında Yasama Yürütme’nin, Yürütme de Yargı’nın üzerinde midir? Eğer bu sırayla gidersek, Türkiye için bu 3 “erk”in başına bir de ülkemizi her türlü düşmandan korumakla sorumlu TSK’yı koyabiliriz diye düşünüyorum…

İnanın bir vatandaş olarak, son dönemde yaşananları anlamakta güçlük çekiyorum… Tüm açıklamaları detaylarıyla dinleyen, söylenenleri araştıran ancak hukukçu olmayan biri olarak, işin hukuki boyutuyla ilgili yorum yapmayacağım…

Son dönemde yaşananlar, Yargı’yı orta yerden “yar”mış, bir kurumu, bir olguyu ve onunla ilgili itibarı yerle bir etmiştir…

Burada üç ayrı konu var irdelenmesi gereken… Birincisi, anlaşılan o ki kanunlarımız fazlasıyla tutarsız ve yoruma açık… İkincisi, yargı siyasallaşmış, kutuplaşmış, tarafsızlığını yitirmiş ve her kesim tarafından baskı altına alınmıştır… Üçüncüsü ve bence en önemlisi, Türk insanı ahlakını ve değerlerini yitirmiştir…

Bendeki ilk kanı, kanunlarımızın tutarsızlığı algısı… Bir Adalet Bakanı çıkıyor ve ilgili maddeler ile birlikte HSYK’nın bu konuda yetkisi olmadığından bahsediyor…

Aynı zamanda yargının en tepesindeki Yargıtay başkanı da açıklıyor, “arkadaşlarımızla değerlendirdik ve HSYK kararının hukuka uygun olduğuna karar verdik” diyor… Burada ilk sıkıntı, her ne kadar yüksek yargıçlar bile olsalar, bu kararın arkadaşlarla oybirliğiyle alınması ve açıklamada Adalet Bakanı’nın yaptığı gibi ilgili maddelerle hukuk dayanağının belirtilmemesi…

Ancak ikincisi, bu kararın uygulanıyor olması… Madem ki HSYK’nın böyle bir yetkisi yok, nasıl uygulanıyor?

Bu nasıl bir hukuk devletidir ki, hukukun en üst kurumlarının bile yetkileri yoruma açık! Bu kadar çelişkilerle dolu, bu kadar yoruma açık kanun olur mu? Böyle hukuk devleti olunur mu?

İkinci konuya gelirsek belki de çözeceğiz sorunu… Yargı siyasallaşmış, kutuplaşmış, tarafsızlığını yitirmiş ve her kesim tarafından baskı altına girmiştir… Bu çok doğru… En başta yürütme, siyaset, yargıya, hukuka müdahale etmektedir… Ancak burada tek sorun, Yürütme’nin müdahalesi değildir… Yargının ta kendisi de, içindeki bireyleri ile birlikte siyasallaşmıştır… Sorun şu ki, sadece siyaset hukuka karışmıyor, hukuk da hem hukuka hem siyasete karışıyor…

Yargıyı dokunulmaz kılmak isterken ve kutsal, siyaset üstü konumlandırmak isterken, bizzat yargı içinde ikilik yaratmak da yargının dokunulmazlığının ve kutsallığının kendi elleriyle yok edilmesidir…

Biz Türk halkı olarak artık hukukçuların tarafsızlığına ve bağımsızlığına olan inancımıza yitirdik… Çünkü gerçekten de, yargı içinde farklı görüşlere sahip hukukçuların varlığı ve buna göre kararlar aldığı resmen ayyuka çıkmıştır…

İnsanların taraflı olması kadar doğal bir şey yoktur… Bağımsız da olamayabilirler… Ama üzerlerine giydikleri roller ve statü tarafsız “olmayı” değil tarafsız “davranmayı” gerektiren hukukçuların hükümet yanlısı veya karşıtı olarak kendilerini konumlandırmaları kadar abes bir durum yoktur, ve depremin “yar”dığı yer de budur..

Zaten en temel sorun da, her biri birer “Türk İnsanı” olan bu kişilerin ahlakındaki derin “yar”ıklardır… Ben hukuku uygulayan kişilerin hükümet yanlısı veya karşıtı oluşa göre karar almasını yaşadıkları ahlak çöküntüsü olarak nitelendiriyorum…

Yıllardır siyasetçileri lekeledik durduk… Onlar şerefsiz, onlar hırsız, onlar çıkarcı, onlar ahlaksız dedik… Siyaseti öyle bir lekeledik ki, temiz siyasetçi bırakmadık…

Ama benim yıllardır savunduğum konuyu bugün siyasete diğer kurumlardan karışıldıkça gördük ki, aslında sorun siyasetçilerin değil, toplumun topyekün ahlakının bozulması… Siyasetçiler bu toplumun aynası diyordum, şimdi herkes ayna tutuyor ahlak çöküntümüze…

NUR ERDEM ÖZEREN

21.02.2010

14 Şubat 2010

128 - “Sevgi”liler Günü…

“Seni çok sevdiğimi söyleyerek başlamak istiyorum sözlerime… İyi ki varsın hayatımda… İyi ki benim sevgilimsin… Her şeyimsin… Bir tanemsin…

Yıllar önce hiç beklemezdim böyle biriyle karşılaşacağımı… Hayal bile edemezdim… Hayallerim yok olmuştu… Senin gibi birinin varlığına inanmıyordum…

Şimdi bakıyorum da geçmişe, iyi ki karşılaşmışım seninle… İyi ki yıllarımı seninle geçirmişim…

Tam da kimseye güvenmediğim zamanda çıktın karşıma… Artık kimsenin olamayacağımı, kimseyi sahiplenemeyeceğimi düşündüğüm zamanlarda…

Senden daha güzel gelmiyor kimse gözüme yıllardır… Güzellik geçici derdim, sen her geçen gün daha da güzel oluyorsun… Dünyanın en güzeli…

Her şeyinle benimken bile gizemini korumayı başardığın, saflığını ve masumiyetini hiç kaybetmediğin için belki de bu hissim…

Ama hepsinden önemlisi, hiç kaybetmediğin doğallığın seni eşsiz kılan…

Kalp atışlarım hala hızlı atabiliyor yanında, yıllar geçmiş olsa da üzerinden… Her gün seni görmeden duramıyorum hala… 24 saat geçince özlüyorum…

Kokun dünyanın en güzel kokusu, sesin dünyanın en güzel melodisi… Gözlerine bakmaya hala doyamıyorum… Dudaklarının tadı hiçbir şeye değişilmez… Teninin hissi dünyanın en vazgeçilmezi…

Giydiğin her kıyafetle başka güzel oluyorsun, kendine her dokunuşun başka biri yaratıyorsun, diğerinden daha güzel ve çekici…

Güzelliğinden önemlisi, zekanla her geçen gün tekrar tekrar hayran ediyorsun beni kendine… Zekanı doğru yerde kullanarak belki de…

Her sıkıştığım anda göremediğimi gösterdiğin, düşünemediğimi benim yerime düşündüğün için sana müteşekkirim…

Benim ilgi alanlarımla ilgilenip, benim bilmem gerekenleri benden önce öğrenerek olduğun destek için ne desem az kalır…

Ne zaman susup ne zaman konuşman gerektiğini benden daha iyi bilerek beni avucunun içinde tuttuğun için hayranım sana…

En çulsuz anımda da, en zengin anımda da benimle olduğun için, ve bana olan sevgin her iki durumda da aynı olduğu için sonsuza kadar bırakamam seni… Bırakmam…

Beklenti içinde olmadan, ben ne verebilirim diye düşünerek, her an her şeyi karşılık bekleyerek yapmadan yanımda oldun…

Asaletinle beni göklere taşıdığın, yanıma yakışan biri olurken benim de senin yanına yakışacak biri olmam için çaba sarf ettirdiğin için kendi ellerinle büyüttün beni…

Zamane kadınlarından olmayıp, ev kadınlığının ne olduğunu unutmadığın içinse, herkesten farkını gösterdin bana…

Her şeye rağmen “aile” denen kavramı herkesten kutsal saydığın için, gerçekten hayat arkadaşı oldun… Hayatımın en yakın arkadaşı…

Hepsinden ötesi, çocuğuma anne olduğun için, bu dünyaya verilebilecek en güzel eseri benimle birlikte işlediğin için seni seviyorum…”

Var mı böyle biri? Yok… Herhangi birinin hayatında var mı? Sanmıyorum… Geçici…

Hiçbir zaman yazamayacağımı düşündüğüm bir yazıyı, bugün hayal edip yazmayı denedim… Buraya kadar okuyup şimdi sizi hayal kırıklığına uğrattığım için özürlerimle…

Kaç yıl sonra olur bilmem… Bunları yazabileceğim birileri girene kadar hayatımda, ben kutlamıyorum “Sevgi”liler Günü’nü…

Gördüğüm o ki, yeni moda da olmasından mütevellit, kimse kutlamıyor… Yeni moda, sevgilisiz geçirmek sevgililer gününü… Kız kıza… Erkek erkeğe… Arkadaş arkadaşa… Olmayan sevgililer hatrına…

NUR ERDEM ÖZEREN

14.02.2010

8 Şubat 2010

127 - Bir Bankanın Duygu Sömürüsü…

Son günlerde ikinci versiyonu yayınlanmaya başladı artık… Ve ben de yazmadan duramadım… Bir bankanın çocukları bu şekilde kullanmasına izin verilmemeli ve buna birileri dur demeli…

İsmini söylememe gerek yok, zaten reklamı anlatınca anlayacaksınız… Reklam “Benim 2010’dan en büyük beklentim…” diye başlıyor…

Bir çocuk sesi fonda, bir çocuk tarafından çizilmiş ve boyanmış gibi görünen bir resim görüntüde…

İlk reklamda diyor ki çocuk, “benim en büyük beklentim abimin iş bulması”… Neymiş, abisi iş bulsun diye yapılması gereken süreç şu şekildeymiş… İnsanlar paralarını bankaya yatırsınmış, belki fabrika kurmak isteyen biri varmış, o gidip bankadan borç alıp fabrika kurarmış… Senaryoya bakın hizaya gelin…

Ben hemen bugün bu bankaya gidiyorum, fabrika kurmak istediğimi söyleyeceğim, belki verirler… Deneyeceğim şansımı…

Böyle bir saptırma, böyle bir çocuk istismarı olabilir mi? Bunu izleyen bir çocuk babasına “baba sen de fabrika kursana” demez mi? Fabrika kurmak bu kadar basitse benim babam niye kurmuyor demez mi? Der… O zihinle daha neler der ben düşünemiyorum…

Bunu izleyen abisi işsiz onlarca çocuk ne düşünür? Ne hisseder? İşsiz ağabeyler ne düşünür? Kendinize daha çok küfür ettirmenin ne anlamı var?

İkinci versiyon ondan da beter… Anne kullanılıyor bu sefer… Anne ile babayı birbirine düşürecek bir format var bu kez…

Bu kez çocuğun 2010’dan en büyük isteği annesinin daha güzel yemekler yapması… Bunun için annesinin daha büyük mutfağa ihtiyacı varmış… Daha büyük mutfak daha büyük evde olurmuş… Babası onlara mortgage ile daha büyük mutfaklı daha büyük bir ev alsınmış…

Süper hikaye… Onlar mortgage alabilsin diye parası olanlar yine bankaya parasını yatırsın ki, banka da babasına kredi versin bu çocuğun…

Ha sonunda da diyor ki, “bence babam annemi seviyor, ona büyük bir ev alabilir”…

Bu çocuğun hayalleri ile oynamak dışında, bir de annenin hayalleri ile oynanıyor reklamda… Gerçekten bilinçsiz bir anne çıkıp sen neden ev almıyorsun diye aile içi sorun çıkarmaz mı bu reklamdan sonra… Ki zaten istediği de bu bankanın, insanlar yeni ev almak için kredi talep etsin gelip…

Bunu izleyen çocuk babasına gidip sormaz mı, “sen bizi sevmiyor musun, neden bizim mutfağımız ve evimiz küçük?” diye…

Bir bankanın, kredi vermek uğruna, para toplamak uğruna, aile içinde sorun yaratabilecek, o çocuğun beyninde, bilinçaltında yer edecek derin düşüncelere sebep olacak böyle bir reklam yapması ne kadar doğru?

Bir çok reklam var, çocukları kullanan, bir şeylere özendiren… Ama bu kadar büyük yalanla da reklam olmaz… Hele ki çocukları kullanarak…

Sanki kimse fabrika kurup iş vermek istemiyor da, bankalar şimdi teşvik ediyor fabrika kurup yatırım yapmayı… Sanki insanlar bilmiyor mu hangi kriterlerle kime ne kadar kredi verdiğinizi… Bunun içine çocukları dahil etmenin manası ne?

Reklam sektöründe anlamsız yasaklar uygulayan kurumlar bu reklamları görmüyor mu? Herhalde görmüyor olacaklar ki, ikincisi çekiliyor...

Peki bu bankaların yöneticileri, reklamcıları nasıl içlerine sindiriyorlar çocuk istismarı yapmayı? Sanki arttı mı bankalarına gelenlerin sayısı… Arttıysa bile deydi mi o çocuklarda bıraktığınız izlere…

Eminim bunu yapanlar çocuk sahibi değiller ya da unutmuşlar çocukların nasıl şeylere ne kadar takıldıklarını…

Ha o işsiz abinin olduğu evleri, mutfağı ve kendisi küçük evleri yine hiç bilmiyorlar demek ki ya, ona hiç girmiyorum…

NUR ERDEM ÖZEREN

08.02.2010

5 Şubat 2010

125 - Asker... Askeriye... TSK... 2

Hayatımda ilk kez bir yazımı iki kez yazıyorum… Normalde başlarım, bir solukta yazarım tüm yazılarımı… Sonra da gerekirse yorumlara cevaben ikincisini yazarım…

Ama bu kez farklı bir şekilde, yanlış algıları belki gideririm umuduyla, ikinci bir “draft” yazıyorum aynı yazıma…

Türkiye’nin en dokunulmaz kurumu Askeriye… TSK… Din hakkında, Kur’an hakkında istediğinizi söyleyebilirsiniz… Tartışılır… Atatürk hakkında istediğinizi söyleyebilirsiniz… Tartışılır...

Ama Türk Silahlı Kuvvetleri hakkında konuştuğunuz ya da yazdığınız anda içeri atılma tehlikeniz hat safhadadır…

Ben en çok TSK’yı eleştirirken tedirgin oluyorum… Hakkımda bir soruşturma, başıma bir bela, bir dava, bir ceza…

İşte bu paragrafta ne kadar haklı olduğumu, ama eksik kaldığımı anladım ilk yazıma gelen yorumlardan… Her zaman “ölümüne” ve “gözü kapalı” savunan birileri tarafından saldırıya uğrarsınız TSK hakkında konuşursanız…

Ama yine de yazmadan duramıyorum…

Devir AKP devri olmasa, hükümet askerle karşıt görüşlü görünen bir hükümet olsa, çok daha kolay olacak bence askeri eleştirmek…

Şimdi ne deseniz AKP yanlısı, ne deseniz devlet düşmanı, asker düşmanı ilan ediliveriyorsunuz… Ki yorumlar bu konuda da ne kadar haklı tedirginlik yaşadığımı gösterdi bana… Tam da dediğim gibi, askeri yıpratmak isteyen, AKP yanlısı, “onlardan biri” oldum…

Hala görülemiyor ki, gündem Kürt ve Demokrasi Açılımı’ndan Asker – AKP çatışmasına kaydıkça, AKP oyunu arttırmaya devam ediyor… Bunların hepsi stratejik hareketler…

Ha bu vesileyle, bir sonraki en güçlü Başbakan adayımız Rifat HİSARCIKLIOĞLU adı da resmileşti, hayırlı olsun…

Köksal TOPTAN’ın DP’ye transferi, Süheyl BATUM’un Devlet Bakanlığı, Kemal ALEMDAROĞLU ve Kemal GÜRÜZ’ün siyasete girişi, bir sonraki dönemin CHP – DP koalisyonu şimdiden hayırlı olsun…

Uydurma olup olmadığı tartışıladursun, yeni dönemin hükümetinin çatısını görmüş olduk şimdiden… 2003 falan hikaye… 2011 kabinesi o…

Darbe harekatı, balyoz operasyonu, adı her ne ise, gerçek olsa da olmasa da, askerin kendinde rejime el koyma hakkını her zaman gördüğü bir gerçek… Onlar bizim demokrasimizin, devletin bekasının bekçisi… Onlar bizim iç ve dış düşmanlara karşı bir numaralı koruyucularımız…

Ama sıkıntı şu ki, sorgulanması gereken bir kurumken TSK, olmadık şeylerini sorguluyor ve eleştiriyoruz… Ben kimsenin eleştirmediği, şu an gündeme getirmediği tarafından tutup gördüğüm, duyduğum, bildiğim tespitler yapacağım…

Konuyu ikiye ayırmak gerekiyor öncelikle… TSK üst düzey yönetimi; onun rejimin ve devletin bekasının bekçisi olma durumu… Diğeri de altlarda, şehirlerde bulunan komutanlar…

Ben bir asker torunuyum… Eleştirecek olanlara peşinen duyurulur… Hem de 70’lerdeki olaylarda, sorumlu olduğu cephanelikte kimvurduya giden bir askerin torunu…

İlk söylemek istediğim, ben Cumhuriyeti kuran TSK’yı özlüyor ve istiyorum… Çünkü biz TSK’yı hala o zamanki gibi “zannederek” seviyoruz, güveniyoruz, koruyoruz…

TSK ile ilgili en güncel büyük sorunumuz, düzenli darbe hali MGK aracılığı ile, beni dış güçlere karşı, içeride teröristlere karşı koruyamayan askerin siyasetle uğraşmasını istemiyorum…

Gerçekten derdi, görevi, amacı beni korumaksa TSK’nın, illa bir şeylerin karşısında duracaksa demokrasinin bekası için, hadi lütfen Amerika’nın ülkemizin yönetimi üzerindeki etkisi karşısında dursun!

Hadi istemediğimiz AB ve IMF karşısında dursun! Hadi vize kapısında köpek muamelesi görmemiz için AB’ye karşı ağırlığını koysun! İlla bizi iç ve dış güçlere karşı koruyacaksa, kimseye müdahale ettirmesin iç işlerimize!

Bunları yapsın ki, görelim gerçek gücünü… Gerçekten saygı duyalım o zaman yine eskisi gibi… Özlediğimiz, güvendiğimiz TSK olsun yine…

Bıraksın içeride kimin ülkeyi nasıl yönettiği ile ilgilenip darbe planları ve müdahale planları yapmayı… “Gerçekten” korusun bizi tehlikelere karşı! Darbe iddiaları yeni değil, güncel değil… Bugün gündeme getirince orduyu yıpratmaya çalışan adam ilan ediliyorsunuz… Gerek yok ki bu konuyu gündeme getirip eleştirmeye… Bu ülkede, dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir uygulama ile MGK diye bir kurul var… Darbeye ne hacet… Orada çözülüyor her şey.

Ama ne yapıyor TSK? Dikkat ediyor mu itibarına? Onu korumaya? Askere giden herkesin bir anda bakış açısı yerle bir olmuyor mu? Kendi elleriyle, askerlik yapan Türk gençlerini kurumdan soğutmayı başarıyor…

İşte burada ikinci sorun devreye giriyor… Şehirlerde, dağlarda, üst yönetimin bilmiyorum ne kadar kontrolünde ve bilgisi dahilinde ama, Türk gençliğinin askere ve TSK’ya sevgisini saygısını öldüren komutanlar var… Önce onlardan, ya da bu sistemden kurtulması lazım TSK’nın…

Çok yakın iki arkadaşım yakın geçmişte askere gitti ve yeni geldi… İkisi de ülke meseleleri ile ilgili… İkisi de duyarlı… Gelecekte bu ülke için güzel şeyler yapmak isteyen, hayalleri hedefleri olan… Biri TSK’ya tapan bir adamdı hatta…

Yıllardır her giden gelen benzer şeyler söyler de, daha detaylı değerlendiriyoruz son günlerde bu durumu bu arkadaşlarımla…

Sokaklarda onlarca insan aç gezerken, her gün tonlarca yemeği çöpe döken döktüren TSK…

Temizlik malzemelerini israf eden, sudan daha çok temizlik malzemesi kullanarak temizlik yapan yaptıran TSK…

Ere gelince üç kuruşun hesabını yapan, ama komutan eşlerinin altın günü için İstanbul’dan Kocaeli’ye helikopter kaldıran TSK…

Binlerce, milyonlarca lira değerindeki askeri mühimmatı, çürümeye bırakan ve bir de başına nöbete asker bırakan TSK…

Askeri leş gibi koğuşlarda üst üste yatıran, haftalarca susuz bırakıp temizlenmelerine izin vermeyen, ama komutanların ziyaretlerinde yerden tozu yalatan, komutanların yaşam çevrelerini temiz tutmak için askere eziyet eden TSK…

Oralarda harcanan her kuruş, çöpe giden her gram yemek, çürümeye yüz tutmuş kullanılmayan her bir mühimmat, bırakın günahını, benim eğitimim ve sağlığım için, yapacağım bir akademik araştırma için harcanabilecekken harcanamayan para demek.

Bu mu TSK’nın ülke ve millet sevgisi? O askerlik yapanlar bu ülke vatandaşı değil mi?

Kompleksli komutanların inisiyatifi ile anlamsız cezalara çarptırılıp ruh hali bozulup evine gönderilen askerler bu ülke vatandaşı değil mi?

Sivil hayatta bir “hiç” olacak kadar boş kafalı onlarca adam var aralarında, her askerin “şu askerlik bitsin de ben sana yapacağımı biliyorum” diyerek askerlikten soğumasına neden olan…

Hayatları boyunca ellerine geçirebildikleri tek dizginleri bu askerler karşısında kullanan, üstlerinde gördükleri zulmü astlarına yansıtıp kendilerince intikam alan ruh hali bozulmuş komutanlar…

İşte aynı komutanlar, maddi durumu iyi olmayan ve bu nedenle yakın bir ildeki daha donanımlı hastaneye gidemeyen askere inisiyatiflerini kullanmıyorlar…

Bu ve benzeri komutanlardan kurtulmadıkça TSK, askerlik görevini yapıp sivile dönen her Türk genci soğuyacak bu kurumdan…

Şapkayı önüne alıp düşünememek nedeniyle, eleştirmekten korkulan, eleştirilmekten hoşnut olmayan kurum olduğu sürece de bu gidiş devam edecek… İtibarı zedelenecek TSK’nın…

TSK ile ilgili toplumda da hep bir açıklama da vardır… Saçmalığı mantıksızlığı eğitim zannediyor halkımız… Hayatı boyunca pisuar görmemiş adamın eğitildiği iddia edilirken, eğitimli adamın da ruh hali bitiriliyor…

İşte bu eğitimli insanlar çözüm önerirse de cezalandırılıyorlar… TSK için, sistemin daha iyi olması için öneride bulunursan, Mehmetçik Hattını ararsan, senin o görevine son verilip, sen ondan akıllısın diye ceza alıyorsun…

Aldığı tek eğitim askeriye içindeki eğitim olan, dış dünya ile hiçbir bağlantısı olmayıp hayatı oradan ibaret zanneden komutanlarca yönetiliyor şehirlerde TSK… Onların kuralları ile…

Bizim saygı duyduğumuz, bu ülkeyi kuran, karakterli, adını dünyaya duyurmuş olan, ülkesi için canını verme pahasına savaşan ve zaferler kazanıp dünyaya adını yazdıran “Güçlü Türk Ordusu” bu değil ne yazık ki…

Bugün TSK, birbirini satan, içeriden bilgi sızdıran, kendi içinde kutuplaşıp kendi içinde kavga veren, birbirine güvenmeyen, birbirine arkasını dönmeye korkan askerlerle dolu…

Ve bu TSK, bugün ne yazık ki ülkeyi iç ve dış güçlere karşı koruyamaz durumda… Asıl karşısında durması gereken konularda masaya yumruğunu vuramaz durumda…

Ülkenin her köşesinde en merkezi, en güzel konumlu yerlerde konuşlanan TSK, her yıl bütçenin % 50’sini alıp kullanan TSK… Ama ülkenin 25 yıldır bitmeyen en büyük sorunu, TSK’nın gerek sahada gerek masada ağırlığını koyup bitirmesi gereken terör!

Kimse terörün aslında masa başındaki oyunlar nedeniyle, dış güçlerin ekonomik desteği nedeniyle, siyasi oyunlar nedeniyle bitmediğini söylemesin… Eğer TSK bir şeylere karışacaksa, ne MGK dinlesin, ne AKP, ne ABD, vursun masaya yumruğunu… 1919 sonrası bu ülkeyi kuran TSK gibi davransın… % 100 destek alsın halktan…

Ya da desin ki… Ben bana verilen bütçenin yarısı ile idare edecek kararlar alıyorum… Bu parayı eğitime ve sağlığa harcasın devletimiz… Desin… Bunu sağlasın… O zaman yine “kahraman” Türk Ordusu olsun…

Terörün çözümü bölgeye yatırımda desin… Bu insanların eğitiminde desin… Biz bunlar için komutanlarımızın zevk ve sefa için harcamalarından ve har vurup harman savrulan uygulamalardan, 800.000 geçici askerden vazgeçiyoruz desin…

Diyebiliyor mu? Diyemiyor… Benim şu anda yaptığım gibi eleştirenleri cezalandırıyor…

Türk Ceza Kanunu Madde 318.

1- Halkı, askerlik hizmetinden soğutacak etkinlikte teşvik veya telkinde bulunanlara veya propaganda yapanlara altı aydan iki yıla kadar hapis cezası verilir.

2- Fiil, basın ve yayın yolu ile işlenirse ceza yarısı oranında artırılır.

Madde 4. (1) Ceza kanunlarını bilmemek mazeret sayılmaz.

Madde 4. (2) Ancak sakınamayacağı bir hata nedeniyle kanunu bilmediği için meşru sanarak bir suç işleyen kimse cezaen sorumlu olmaz.

Darbe Anayasası… Dokunulmazlık…

Hatta TSK’nın ya da TCK’nın cezalandırmasına da gerek kalmıyor, ölümüne savunucuları bizzat veriyor cezanızı…

TSK’nın hayrına olabilecek eleştirileri bile yaptırmayarak, “TSK hakkında konuşulmaz” diyerek kötülük yapıyorlar TSK’ya… Ama farkında değiller…

Hele ki böyle bir dönemde, her eleştiren TSK düşmanı, orduyu yıpratmak isteyen vatan haini, AKP yanlısı oluveriyor…

Sonumuz hayrola… Ama bunları söylemek, TSK’yı yıkıcı eleştirmek değil, TSK’yı daha iyi yerlere getirmek için konuşulması gereken şeyleri dile getirmek, bu ülkeyi seven herkesin yapması gereken şey…

Bence Atatürk de, Kur’an da TSK’dan daha dokunulmaz kavramlar… Ama biz onları rahat rahat konuşurken TSK’yı eleştiremiyoruz… Asıl konuşulması gerekenler konuşulmuyor…

TSK şapkayı önüne alsa… Neden bu kadar eleştirildiğini bir kendine sorsa… Askere gidip dönen gençlerde TSK ile ilgili bir algı çalışması yapsa… Nerede hata yaptığını kendine sorsa… Siyasete karışarak çözüm üretmeye çalışmasa… Halkın kayıtsız şartsız desteğini yine kazansa…

Zaten artık bu kadar konuşmadan, bu kadar haberden, bu kadar iftiradan sonra darbe de olmaz… Bari üst düzey komutanlar artık itibar yönetimine kafa yorsalar… Bunun için bir şeyler yapsalar… Hepimiz için daha iyi olmaz mı?

NUR ERDEM ÖZEREN

04.02.2010