22 Aralık 2007

43 - Bayram... Yılbaşı... Ve Kaybolan “Değer”ler..

Birkaç hafta arayla iki bayram geçirdik.. Sıra “Yılbaşı”nı kutlamakta.. Hepsi birer “bahane” artık.. “Tatil” için.. Tek derdimiz “tatil” oldu.. Ne gelenek kaldı, ne görenek, ne değerlerimiz..

En ufak bir boşlukta tek derdimiz tatil yapmak oldu.. Daha doğrusu, “tatil anlayışı”mız değişti.. “Tatil” demek bizim için şehir dışına, yurt dışına, otellere, tatil köylerine gitmek demek oldu..

Memlekete gitmek, eski dostlarla hasret gidermek, aileyi ziyaret etmek, akrabaları görmek, birer “tatil öğesi” değil bizim için.. O zaman dinlenilmiyor.. Tatil yapılıp kafa dağıtılmıyor..

Bayram ve yılbaşı kutlamalarımız da her geçen gün teknolojiye ayak uydurdu.. Önce “gitmek” yerini “aramaya” bıraktı.. Sonra cep telefonlarından atılan otomatiğe bağlanmış “kişiye özel” olmayan mesajlar aldı yerini.. İlginç fotoğraflarla birlikte klasik sözlerle gelen mailler ve son olarak da facebook mesajları..

Yakın gelecekte resimli ve videolu cep telefonu mesajları, ziyareti “gereksiz” kılacak.. Ama onlar da “tek bir mesaj” olacak, ve tüm listeye “otomatik” gönderilecek yine.. Kimse bir diğerinden daha özel ve değerli hissetmeyecek kendini.. Herkes aynı sizin için..

Yılbaşı ve bayram akşamları, ailelerin yedisinden yetmişine bir evde biraraya geldiği, saatlerce sohbetler edilen akşamlar olmaktan çıkıyor..

Normal fiyatların iki katı paralar ödeyerek, normalda seyredebileceğinin aynısını, sana sunulanlarda hiçbir değişiklik olmadan alınan geceler olmaya başladı.. Ya da iki katı pahalı otel odaları.. Hizmetleri..

Bayram ve yılbaşı, ya da kandil ve diğer “kutlanması gerektiği düşünülen” günler, birer “mesajdan ibaret” değilmiş önceleri.. Kişiye özel ziyaretler, hatırlanmalar, karşılıklı sohbetler, gelenekler, görenekler..

Bir zamanlar var olan geleneklerden “devam edebilenler” “haber olma” niteliği taşıyacak kadar “ilginç”ler artık.. Onları şehirlere ve plazalara uyarlamayı becerememişiz yıllar geçerken.. Teknoloji, “iletişim”i de sanallaştırmış..
Şehir yaşamı, plazalar, çalışma hayatı, teknoloji, bizi bu hale getirdi.. Anadolu’da, Trakya’da, “köy”lerde, “kasaba”larda, küçük şehirlerin “mahalle”lerinde gelenek ve görenekler hala devam ediyor.. Ama yıpranarak..
Türkiye’nin her köşesine ulaşabilen teknoloji, internet ve televizyon yeni nesle “geçmişini”, “geleneklerini”, “göreneklerini” anlatmak yerine “model almaktan zevk alacakları” ama “hiçbir zaman da yaşayamayacakları” hayatları gösteriyor.. Yanıbaşlarında duran “aile”lerinden ve “büyük”lerinden de bunlardan farklı bir şey öğrenmek istemiyorlar..

Bir ya da iki nesil sonra gelenekler ve görenekler tamamen kaybolacak diye korkuyorum.. Çünkü bu “yozlaşmamış”, “kirlenmemiş” insanlar, “modern”leşme hevesiyle “geçmişlerinden” kopuyorlar..

Geçmişinden kopmayacak kadar bunu hazmetmiş, ve ikisini yoğurabilenleri takdir ediyorum.. “Değer”lerini yitirmeden “modernleşenbilen”leri..

Ama “modern”liği geçmişten “kurtulmak” sanarak yetişen bir neslin varlığını görmek beni endişelendiriyor.. Örnek aldığımız batı toplumlarının “geçmiş”lerine bağlılığını, “gelenek” ve “görenek”lerini ne pahasına olursa olsun her yerde yaşadıklarını, ve bununla da “gurur duyabildiklerini” göremiyorlar..

Hem geçmişini bilmek ve onu yaşamak, hem de modern çağa ayak uydurmak mümkün.. Hep birlikte yeni nesle bunu anlatmalıyız..

Ama bunu her fırsatta tatil diye şehir dışına kaçarak, bayramlarda büyüklerimizi “sadece” arayarak ya da mesaj atarak, onlara bu şekilde “örnek olarak” yapamayız..

NUR ERDEM ÖZEREN
22.12.2007

21 Aralık 2007

45 - Evlilikler... Boşanmaklar...

Neden bu kadar kolaylaştı artık boşanmak..? Neden arttı bu kadar sayısı..? Önceden anlaşabiliyor muydu insanlar..? Artık çok mu geçimsiz oldu herkes..?

“Modern” kadınlara sorunca bir tane cevabı var.. : “Eskiden annelerimiz para kazanmadıkları için çekiyorlarmış babalarımızı.. Şimdi biz para kazanıyoruz, dolayısıyla kimseyi çekmek zorunda değiliz... Biz özgürüz, biz erkeklere muhtaç değiliz, biz onlarsız da yaşayabiliriz...”

Kadınların son 15 – 20 yıllık hızlı “modernleşme” süreci, evliliğin temelini “para kazanmaya” ve “kendi ayakların üzerinde durabilmeye” dayandırır oldu... Sanki kadınlar sadece bunun için evleniyorlarmışçasına...

Evlilik kurumunun, “hayatı paylaşmak” gibi, “bir aile olmak” gibi, “ortak eser” olan bir “çocuk” sahibi olmak ve onu bir “esermişçesine” “işlemek” gibi, ve benim henüz yaşamadığımdan bilmediğim daha bir çok “manevi” ve “duygusal” güzelliği yokmuş gibi düşünülür oldu.. Tek dert ve dayanak para kazanabiliyor olmak!

Peki ne oluyor para kazanabiliyor olup kendi ayakların üzerinde durunca..? O zaman “ihtiyac”ın olmuyor mu bir “hayat arkadaşı”na..? Kendini kanıtlamış mı oluyorsun “çevrene” ve “kendine”..? Haykırıyor musun dünyaya, “bak gördün mü ben bir erkeksiz de yaşayabiliyorum” diye..? Artık daha mı güçlü olabiliyorsun..?

Bekar yaşamak bu kadar güzel mi..? Yoksa “diğeri” daha mı “çekilir ve katlanabilir” olacak sizce..? Yılların geçmesini beklemeyin “her erkek (kadın) aynı” ya da “ben bu erkekleri (kadınları) anlayamıyorum” demek için... Benim bu yazdığım yazıda da, kadın – erkek ilişkilerine değinen yazılardaki diğer bazı genellemelerde de, şarkı sözlerinde de görebilirsiniz bunu... “Herkes”in ilişkilerinde yaşadığı “sıkıntılar” aynı...

Şu bir gerçek ki, “ilişkiyi kurtarmaya evlilik”, “evliliği kurtarmaya ise çocuk” yetmiyor.. Sorun “bakış açısı”nda... Hiçbir arkadaşımızla, akrabalarımızla, hatta annemizle ve babamızla bile mükemmel bir ilişkimiz yokken, nasıl oluyor da bu kadar “mükemmeliyet” bekliyoruz ilişkilerimizde..?

Neden “beklenti”mizi yükseltiyoruz da, sonra o beklentileri “karşılayamadı” diye mutsuz oluyoruz..? Daha doğrusu bu “memnuniyetsizlik” ayrılığa götürüyor..

İnsanların “huy”ları değişmiyor.. Evlenince de.. Çocuk sahibi olunca da.. Ya da bunlar daha sıkı bağlamıyor.. Rahatsız olduğumuz şey her neyse, o daha “başlarken” vardı.. Ama biz “görmek istemiyorduk”.. Artık görmeye başlayınca da, “kabullenmeyi” seçmiyoruz sadece..

Ama bilmem yanlış mı gördüm, ben hiç kabullenmeyen ve boşanmak isteyen “erkek” görmedim.. “Nedense” erkekler herşeye rağmen ilişkiyi yürütmeye çalışan, “boşanmayı” gereksiz gören taraflar.. Hep kadınlar istiyormuş gibi geliyor bana “boşanmayı”..

Kadınların bu yıllardır “özlenen ve beklenen” özgürlük isteği, “bağlanmışlık” hissinin patlayacağı günü bekletiyor sanırım artık.. Belli konularda eşit şartlara sahip olmaya başlayınca demek ki böyle davranacakmış kadınlar... Bütün dert “özgür” olmaya dayalıymış..

Erkeklerin yıllardır her konuda “özgür” oldukları için ve hayatlarını zaten “özgürce” yaşadıkları için “boşanma” gereği duymadığını düşünen kadınlar, neden “eşit şartlara sahip olunca” aynı şekilde davranmıyorlar da tam tersi bir davranışla “bekar”lığı ya da “boşanmayı” “özgürlük” sanıyorlar..?

Hayat mücadelesinin artık çok daha ağır olduğu kesin... O yüzdendir ki artık tek kişinin çalışması yetmiyor.. Bir evde iki kişinin çalışmasına alışamadı bizim “evlilik”lerimiz henüz.. Bu “ayaklar üzerinde durabiliyor” olma ve “maddi olarak özgür” olma durumu bence “aile” denen kurumu artık her geçen gün yok ediyor ne yazık ki..

NUR ERDEM ÖZEREN
21.12.2007

44 - Bu bir “Dönem”...

AKP’den rahatsız olanların “yeni” ve “aydın” sesi oldu Fazıl SAY.. “Muhteşem çözüm önerisi”yle “örnek” oldu gençlerimize bir “sanatçı”dan beklendiği gibi..

Bir dönem böyle bir tartışma vardı sanatçıların topluma “örnek” olması ile ilgili.. Sanatçı örnek olmalı ve ona göre davranmalı mıdır acaba diye..?

Gençlerimizin birilerini “örnek” aldıkları, ve bunların da dönem dönem sanatçılar olduğu gerçeği yadsınamaz.. Yıllardır benim aksi için savaştığım bir konuda, tek kalemde harika bir çözüm buldu Fazıl SAY “sanatçı kişiliğiyle”.. Yönetenleri beğenmiyorsan “ülkeni terk et!”..

Mücadele etmeye ne gerek var.. Bu durumun yanlışlığına inanıyorsan, bunu başkalarına “en doğru şekilde” anlatmaya, ve başkaları da senin gibi düşünsün diye uğraşmaya ne gerek var... Kaç git bu ülkeden bitsin sıkıntı..

İşte Türk insanının genetik gerçeği.. Beğenmediğin şeyle mücadele etmek yerine, ondan kaç.. Bu nedenledir ki, her seçime 20’nin üzerinde “küçük” parti girer.. İçine sindiremediği lideri ya da yönetimi nedeniyle o partiden “kaçıp” başka parti kuran “aynı” partiler.. “Birlikten kuvvet doğar” atasözü sanki bize ait değilmiş gibi..

Bir yandan da “ya sev ya terk et” sloganı var belli kesimlerin kullandığı.. Ama burada sevmek ya da sevmemek kararını vereceğin “ülken”.. Hükümetin ya da seni yönetenler değil.. Bunun ayrımını yapamamakta zaten sorun da..

Bu bir “dönem”... “AKP dönemi”... Beğensek de, beğenmesek de, Türkiye’nin yarısının oyuyla bizi yöneten AKP’nin dönemi.. Ama bunun “geçici” olduğunu bilmek gerekiyor.. Süresi dolacak, “başkası” gelecek.. Geçiciliğinin “geleceğimize” kötü etki etmesini engellemek, yaptıkları iyi şeyleri de desteklemek gerekiyor..
Ülkemiz için yapılan bazı iyi şeyler varsa, onlarda destek olmak, “diğerlerinde” önünde durmak gerekiyor..

Türk insanı, “Özal dönemi”nde yeni bir siyasetçi tipi ile karşılaştı, ve “kabullendi”.. Aslında Özal döneminde demek yanlış, 1980 İhtilali’nin bir sonucu olarak.. Birçok siyasetçi yasaklanınca “yeni tip” siyasetçiler aldı yerlerini.. “İşadamlığından transfer”.. Aralarında birçok kaliteli ve bu ülkeye oldukça faydası olmuş kişiler vardı.. Hala da siyasetin içinde olup bu ülke için çalışanlar var..

Ama 1980 – 1990 arası siyasi yaşam, Türk insanını, kafasındaki siyasetçi profilinin “maddi çıkar sağlayan” ama bir yandan da “çalışan ve hizmet eden” insan olduğu düşüncesine “alıştırdı”..

Olması gereken bu değil tabiki.. Ama öncelik sadece “hizmet etmek” oldu.. “Bedeli”, “sonucu” her ne olursa olsun.. Kendine çıkar sağlamak pahasına bile olsa.. Ve biz buna alıştık..

Ben uzun süredir AKP’nin “icraatlarını” eleştiriyor ya da destekliyorum.. En önemlisini yazılarımda henüz dile getirmemiştim.. “Orta kademe yönetici seçimleri”..

Bu dönemi en çekilmez kılan orta kademe yöneticiler.. “Milli Görüş Geleneği”nden gelen.. “Tavan”da milletvekilleri.. Her kesimden, her siyasi görüşten.. “Taban”da seçmen.. Tek bir görüşten olma ihtimali çok zor bu kadar çok insanın.. Her iki kademede de geniş bir yelpaze var..

Ama sorun “orta kademe”de.. Belediye Başkanları.. İl Başkanları.. İlçe Başkanları.. Milli Eğitim Müdürleri.. Resmi Daire Müdürleri.. Okul Müdürleri.. İçlerinde bulunan yoğun sayıdaki “Milli Görüş Geleneği”nden gelen “kişi”lerin yaptıkları, toplumda rahatsızlık yaratıyor.. AKP’nin en büyük handikapı da, buna dur demiyor ya da “diyemiyor” oluşu.. Rahatsızlığı gideremeyişi..

İşte kadrolaşma denen şey de burada konuşulmaya başlanıyor.. Ama her dönemde, her gelen hükümet bunu yapıyor.. Ve sonra “yenisi” gelince o “dönem” de bitiyor.. Yeni hükümet “kadrolaşıveriyor” birkaç ayda.. Bu “dönem” de bitecek, ve birkaç ayda “yeni dönem”e alışacağız..

NUR ERDEM ÖZEREN
21.12.2007