4 Mart 2011

142 - Hoca… Farkı; “Hoca” Olmasıydı…



Sonra hemen, öncelik vermek durumunda hissettiğim Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN’ın ölümü üzerine yazıma başlayarak devam edeyim…

“Hoca”yı kaybettik… Allah Rahmet Eylesin… Kendini bu memlekete adamış liderlerden biriydi… Rahmetli Alparslan TÜRKEŞ gibi, rahmetli Bülent ECEVİT gibi…

İyi şeyler yapmıştır, kötü şeyler yapmıştır… Fikrini destekleriz, desteklemeyiz… Ama bu memleket için çalışmıştır…

Hiçbir zaman “lider” potansiyeli olduğunu düşünmediğim ama gerçekten “lider”lik yapmış olan ECEVİT vefat ettiğinde de aynı şeyi söylemiştim… Onlar bu memleket için çalıştılar… Ve bugünkü “lider”lerin birçoğundan farklılar…

Fazlasıyla marjinal bulduğum, hiç oy vermediğim ve dini siyasete fazlasıyla alet etmesi nedeniyle eleştirdiğim bir “lider”di Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN…

Ama “çok” akıllı bir adamdı… Kelimenin tam anlamıyla “Cin Gibi”… Bu sayede yüz binlerce insanı peşinden yıllarca sürükledi…

Ama onu diğer liderlerden farklı kılan özelliklerden bahsetmek gerek bu yazıda, ölümünün ardından onu anarken…

Bilmeyenler için ek bilgi, bilenler için hatırlatma… İstanbul Üniversitesi İletişim Doktora öğrencisiyim… Ve tezimi siyasal iletişim, siyasal markalaşma üzerine yazmak üzere çalışmalarıma devam ediyorum…

Bu çalışmaların altını doldurmak amacıyla yaptığım bir projede, her liderin seçim sonuçlarının analizlerini yapmıştım…

Önce özetle diğer liderlerden bahsedelim… TÜRKEŞ, girdiği her genel seçimde bir öncekinden az oy almış bir lider… Partisi önce ittifakla,sonra da ölümü sayesinde meclise girebildi.

ECEVİT, girdiği her genel seçimde bir öncekine göre oyu azalmış bir liderdir… Yalnızca yıllar sonra 1999’da son anda APO’nun yakalanması ile oyu artmıştır…

Şaşkınlıkla gördüm ki, ÖZAL da her girdiği seçimde bir öncekinden az oy almıştı…

İki lider farklıydı… DEMİREL, 7 kez gidip 8 kez gelmişti… Seçimden seçime değişen grafiğe sahip tek liderdi…

Ama daha dikkat çekici olan, ERBAKAN’ın her girdiği genel seçimde bir öncekinden daha çok oy almasıydı… Ömrü yetseydi bu kural bozulacaktı…

Öyle akıllı bir “lider”di ki, doğru zamanlarda doğru hamlelerle, yıllara yayılmış bir “strateji” ile her seçimde oyunu arttırdı…

Bir başka farkı, kadınları ilk kez, hem de kadını dinen içe kapatan bir yapıdayken, siyasetin bu kadar içine sokmuş olmasıydı… Ve başarısının en önemli ayaklarından biri kadınlardı…

Ancak hepsi bir yana, en önemli farkı, “hoca” olmasıydı… Diğer tüm liderlerden en “önemli” farkı, ERBAKAN’ın bir “hoca” olması ve “öğrenci” yetiştirmesiydi…

ECEVİT, kendisinden sonrası için bir lider yetiştirmedi, yıllarca sol BAYKAL’a mahkum kaldı…

TÜRKEŞ, kendisinden sonrası için “bir” lider yetiştirdi, yıllardır Milliyetçilik “BAHÇELİ”ye mahkûm… Hele ki “ikinci” yetiştirdiği YAZICIOĞLU da vefat edince, lider kalmadı…

DEMİREL ve ÖZAL, kendisinden sonra “bir tane bile” lider yetiştirmedi, çevrelerinde yetiştirdikleri “liderler” yerine birlikte çalıştığı çalışma arkadaşları oldu ve kendilerinden sonrası için alternatif yaratmadılar, merkez sağ dağıldı…

Bugün merkez sağın yok olmaya yüz tutmasının ve bugünkü konjonktürün en büyük sorumlusu DEMİREL ve ÖZAL’dır… Lider yetiştirmeyip egoist davrandıkları, “benim halkım liderini kendi bulur” dedikleri için…

ERBAKAN, “bir” ne kelime, “birçok” lider yetiştirdi ve bugün onlar bizi yönetiyor…

Biri Cumhurbaşkanımız… Biri Başbakanımız… Onlarcası bakanımız… Birini şu an Show TV’de izliyorum, bir sonraki dönem muhtemel Başbakanımız…

İşte ERBAKAN’ın farkı buydu… Kendisinden sonrası için lider yetiştirdi…

Her ne kadar son ana kadar koltukta oturma sevdasında olmuş görünse de, kendi yarattığı alternatiflere yol açmış bir “lider”dir…

Tekrar altını çizmek istiyorum… Ne oy verdim, ne oy vermeyi düşündüm… Çok defa da dini siyasete alet etmesi nedeniyle eleştirdim…

Ama yukarıda yazdığım konularda, özellikle kendisinden sonrasına yatırım yapmasına duyduğum saygı ve ettiğim takdir nedeniyle; egoistliğine ve yüksek egosuna rağmen “öğrenci”lerini “lider” yapmaya çalıştığı ve bu amaca yönelik çalışmaları nedeniyle “hakkım helal olsun” diyorum…

NUR ERDEM ÖZEREN

04.03.2011

28 Ocak 2011

141 - Tam Gün Yasası, Kayıt Dışı ve Vergiler

Pek gündemde değil son günlerde… Ama ben tam gün yasası konusuna da, doktorların ve benzeri bazı meslek gruplarının kazançlarına da, vergisel açıdan bakıp karşılaştırmalar yapmak istiyorum…

Nedir tam gün yasası? Ne getiriyor? Üniversitelerde öğretim üyesi olanlar hariç, kamuda görev yapan hekimlerin muayenehane açmaları artık yasaklandı… Özetle…

Getirilerini, götürülerini muhtemel savunucusu ya da karşıtı arkadaşlarım kadar bilmem… Ama benim bildiğim bir çifte standart vardı… Ve ben asıl buna karşıyım…

Siz kamuda çalışıp da aynı zamanda dükkânı olan, devlet dairesine 3 – 4 saat uğrayıp çıkan memur gördünüz mü? Ya da şöyle diyelim, bunu “resmen” yapan var mı? Yok!

Peki, bu hakkı “doktor”lara neden veriyorduk biz yıllardır devlet eliyle? “Sağlık” çok önemli olduğu için mi? Eğitim de önemli… O zaman öğretmenlere de okul çıkışı dershanede çalışma hakkı verelim… Bu hakkı vermedik diye onlar da isyan etsin…

Ya da hekimler normal üniversite mezunlarından çok okuduğu için mi? Sadece 2 sene daha fazla okudukları için mi? Ben de “doktora” yapıyorum ve bir süre sonra “Dr.” unvanına sahip olacağım… Ben de çok okudum… Okuyorum… Hadi bu hakkı ben de alayım o zaman…

Asıl sorun şu ki, bu kadar “kutsal” iş yapan, sağlığımızı emanet ettiğimiz kişiler, benim kadar vergi vermiyorlar… En okumuş, en aydın, en aklı başında bu meslek grubu ve bazı benzer üniversite mezunu meslek grupları, benden az vergi veriyor…

En çok vergiyi kimler veriyor biliyor musunuz? 1.Noterler… 2.Eczacılar… 3.Doktorlar… 4.Avukatlar… 5.Sanatçılar… 6.Yeminli Mali Müşavirler…

Peki sizce bu memleketin en zenginleri bu meslek grubundakiler mi? Hayır! Onların çalışma sistemi gereği, onlar vergi kaçıramıyorlar…

Geri kalan herkes, ama herkes vergi kaçırıyor… İşletmelerin resmi cirolarını, resmi karlarını gördüğünüzde, bunların gerçek olmadığını o kadar net görebiliyorsunuz ki… Bu insanların bu paralarla nasıl geçindiğine hayret ediyorsunuz…

Sonra mal varlığına bakıyorsunuz, sonra yaşam şartlarına bakıyorsunuz, ne düşüneceğinizi bilemiyorsunuz… Ama bunu hiç yapmayanlarla karşılaştırınca, esnaf, tüccar, işadamları takdire şayan hale geliyorlar…

Evet, herkesin bir miktar kayıt dışı çalıştığını biliyoruz… Ama bunun oranı, bunun sınırı, insanların insafına kalmış…

Asıl mesele, okumuş – aydın geçinen kesimin bunu yapıyor olması… Yapmaması gereği!

Yukarıda okuduğunuz listede, tam gün yasasının gündeme geldiği 2010 yılından önce doktorlar yoktu… Bir anda vergi oranları arttı…

Ben Tekirdağ merkezden biliyorum ki, çok güzel kazançları olduğunu yaşamlarından gördüğümüz doktorlarımızın yıllarca vergi sıralamalarında esameleri okunmuyordu…

Sahi, siz doktorların muayenehanesine gidince fiş ya da fatura ister miydiniz? Benim asıl kızdığım, yıllarca bu durumun suiistimal edilmiş olması… Sağlık sorununda aklımıza bile gelmezdi..

Suç sadece doktorların değil elbet… Ya da bahsettiğimiz az vergi veren meslek gruplarında değil… Suç, vergi vermeyen herkeste…

Herkes vergi kaçırıyor… Herkes kayıt dışı çalışıyor… Hükümetler buna göz yumuyor… Mükellefler vergi oranları düşsün istiyor, devlet vergi gelirlerini arttırmak… Kısır döngüye takılmışız gidiliyor…

Buna bir yerde dur demek gerekiyor, ve tam gün yasası gibi uygulamalar bunun için bir vesile oluyor…

Buna nereden başlayarak dur diyeceğiz? Önce biz mi kayıt dışını kayıt içine alacağız? Yoksa önce devlet mi vergi oranını azaltacak?

NUR ERDEM ÖZEREN

28.01.2011

16 Ocak 2011

140 - Bir Genç… Gençler…



En yakın “dost”larımdan birinin başarısının gururunu yaşıyorum bugün aldığım haberle… Ve bunu da yine yazarak paylaşmak istiyorum… Aslında günlerdir heyecanla bugünü bekliyordum… Ve işte geldi…

Evet, o küçüklüğümüzde pek sevmezdi siyaseti… İlk adımını, Tansu Çiller’i eleştirmekle atmıştı siyasete… Tanya Dudu isimli mizahi kitabı bana önerirken hatırlıyorum söylediklerini…

Sonra bir süre daha, dönemin iktidarının yaptığı yanlışları, yaptığı usulsüzlükleri konuşmaya başlar olduk… Pek sevmiyor görünse de, ilgilendiğinin farkındaydım… Bir gün siyasetin tam ortasında olacağını biliyordum…

Aradan 10 yıla yakın zaman geçti… Üniversite yılları, sonra Tekirdağ’a dönme kararı… Bu süre içerisinde pek siyaset konuşmamıştık… Ama Tekirdağ’a dönünce virüs iyice bulaşmıştı…

Bir gün gelip CHP’ye üye olduğunu söyledi… “Senin ne işin olur CHP’de, sen sağcısın oğlum” dedik, bir başka yakın arkadaşımla… O günden beri hala aynı şeyi iddia etsek de, o bu kararı uzun araştırmalar sonrası vermişti, ve tam da olması gereken yerde olduğunu düşünüyordu…

Partinin tüzüğünü, programını, tarihini, okumuş, hazmetmiş ve öyle karar vermişti…

Sonra partiye gidiş – gelişleri başladı… Ne kadar profesyonellikten uzak siyaset yapıldığından bahsederken, analizler yapıp, dosyalar hazırlayıp sunmaya başladı… Kısa süre sonra Gençlik Kolları Başkanı oldu… Hak ederek, herkesin desteği ile…

Siyasetle öylesine ilgilenen, öylesine siyaset yapan biri değildi… Profesyonel adımlar atan, akıllıca stratejiler geliştiren, ama sakinliğini kaybetmeyen biriydi…

Gençlik Kolları Başkanı sıfatıyla tüm ilçeleri ziyaret etti… Eski CHP’lileri ziyaret etti… Delege listesini ezberledi… Herkesle temas kurdu… Siyasi ahlak ve insani ahlak kuralları çerçevesinde, herkese vefa gösterdi, herkesle iletişim halinde olup bir şeyler öğrendi…

Sonra yaşı doldu, Gençlik Kolları Başkanlığını bıraktı… Artık sıradan bir CHP’li olmasına rağmen, herkesin fikir alışverişi yaptığı biri olmaya devam etti…

Aynı zamanlarda, Tekirdağ için bir şeyler yapmak adına, birlikte bir yola çıktık… Önce 6 kişi, sonra 30 kişi, bugün 100 kişi… Genç Girişimciler ve Yöneticiler Derneği’ni, Tekirdağ’ın yönetiminde söz sahibi olmak için, gençler olarak birlik olmak için kurduk… Ve devam ediyoruz…

Aradan geçen aylar sonrasında, “Siyaset Günleri” etkinliğimizin fikir babası olmasından bir süre sonra, il yönetimine girmek istediğini herkese söylese de, CHP merkez ilçe seçiminde her iki tarafta da olmak istemese de, son anda bir emrivaki ile kaybeden tarafın listesine yazıldı… Ve cezası kesilecekti! Tek adayla mutabakatla gidilen CHP İl seçiminde liste dışı kalacaktı… Ama seçim günü salona girdiği anda yer gök inleyecek, en çok alkışı alan kişi olacaktı… Şaşkınlık içinde…

Birbirinden farklı siyasi görüşe sahip 15 genç, dernekteki arkadaşları için CHP merkezinde güçlü ve belirleyici bir isim olan Tekirdağ Milletvekili’nin ve tek İl Başkanı adayının karşısına çıktı… “Biz bu adamın Tekirdağ siyasetinde bu göreve gelmesi gerektiğini düşünüyoruz” diye, kendilerince ağırlıklarını koydular… Görüşten bağımsız birlik olunabileceğini gösterdiler… Ama “o gün” olmadı… “Bugün”, “o günkü” birliktelik işe yaradı mı bilinmez, ama “bugün” oldu…

Bugün mutluyum, gururluyum… Hem yakın bir “dost”um genç bir yaşta bu göreve layık görüldüğü için… Hem de kurduğumuz derneğin bir başka başarısı sayılabilecek bir adım olduğu için… Genç Girişimciler ve Yöneticiler Derneği Başkan Yardımcısı, artık CHP Merkez İlçe Başkanı… Ama üzgünüm, artık Başkan Yardımcımız değil…

Dostum Murat Emre KERVANCILAR'ın bu göreve "seçilerek" geleceğini bilerek 15 ay önce yazdığım yazı...

NUR ERDEM ÖZEREN

16.01.2011

14 Ocak 2011

139 - Eyyvah Eyvah!

Birincisine gittiğimde gülmekten yarıldığım, ikincisini henüz izlemediğim filmle ilgili yazı yazmamın filmle hiçbir ilgisi yok… Mesele, koskoca Trakya’da yer kalmamış gibi Kuzey Ege’de Trakyalı filmi çekilmesi!

Şu an Show TV’de Siyaset Meydanı’nda, ki siyasetle bu filmin ne alakası var bilmiyorum, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’nde Geyikli halkı ile Eyyvah Eyvah filmi konuşuluyor…

Çalan şarkılar, türküler Tekirdağ’dan, Edirne’den, Kırklareli’den… Ama film Çanakkale Geyikli’den… Ve bütün P.R. çalışmaları da buradan yapılıyor…

İlk filmin şarkısı Trakya’nın tam orta yerinden… Bu fasulye… Film tanıtımı için çalınan şarkılar Trakya All Stars – Burhan ÖÇAL albümünden… Hepsi de Trakya orijinli…

Mesela yeni filmin lansman şarkısına isim veren Karaçalı, Tekirdağ’dan Malkara’ya giderken solda aşağıda bir köy…

Ama biz Tekirdağlılar olarak, Trakyalılar olarak hiçbir şeyimize sahip çıkamadığımız gibi buna da sahip çıkamadık…

İlk film çıkmadan hemen önce, B.K.M. organizasyonla iletişime geçip Tekirdağ Genç Girişimciler ve Yöneticiler Derneği olarak bir gala da Tekirdağ’da yapmaları için davet ettik… Birkaç kez daha iletişim kurduk, sonra ne dönen var ne gelen… Gücümüz yetmedi belki de…

Bu süreçte, daha başlamadan Belediye Başkanı Adem DALGIÇ’a bilgi verip bu konuda öneride bulunarak sahip çıkmasını ve destek olmasını istedik… Sonra o da ne aradı, ne sordu… Bu konuyu ciddiye almadı…

Şimdi Geyikli Belde Belediye Başkanı’nı Show TV’de izlerken ne hissediyor merak ediyorum sayın Başkan… Aklına geliyor mu bu teklifi söylediğim an acaba… Çok merak ediyorum…

Keşke Sinan ÇETİZ’e söyleseydim de o halletseydi diyor mu acaba… Merak ediyorum…

Neyse… Belki teklif benden gelmeseydi sahip çıkılırdı… Kısmet artık…

Para verip bir başkanın TV programına katılmasından çok daha fazla memleketin tanıtımına katkısı olduğu yadsınamaz şu an Siyaset Meydanı’nın Çanakkale’de yapılıyor olması…

Trakya’nın birlik olamamasından mıdır, kıymet bilmezliğinden midir, hiçbir şeyimize sahip çıkamıyoruz… Ne şehrimize, ne geleneklerimize, ne göreneklerimize, ne tarihimize sahip çıkamamışız…

Ben yerimde otururken hiç huzurlu değilim şu an, Show TV’de filmle ilgili güzel şeyler söyleyen herkesin Geyikli halkına teşekkür ederken “bu coğrafyanın insanları” diye başlayan cümleler kurmasından…

Bir Trakya filmi daha, bir Rumeli filmi daha olduğu gibi bizden çıktı gitti…

Eyvah ki ne eyvah, biz hala bunun için hiçbir şey yapmıyoruz… “Sevgili Ata, neden bu filmi burada çekmedin?” diye soramıyoruz…

Ha neden bu kadar önem veriyorum bu film işine, çünkü sinema en başarılı tanıtım şeklidir, bilinçaltına hitaben her şeyi yerleştirebileceğiniz…

A.B.D.’nin bir numaralı stratejisidir sinema… Bizim bir türlü kullanamadığımız…

İşi Tekirdağ özelinde konuşacak olursak, İstanbul’un dibinde olan bir memleket bu yakınlığı bu kadar mı avantaja çeviremez… Hatta üzerine, yetmezmiş gibi, zorla bir dezavantaj haline getirmek için çaba sarf eder…

Tersine beyin göçü Türkiye’nin her yerinde başlamışken, biz İstanbul’un dibinde olduğumuz için gidenleri geri getiremiyoruz…

Biz Trakyalılar olarak bir gün “çalışkan” olmayı öğrendiğimiz gün, her şeyi çözebiliriz belki de… Ama daha çoook uzun zaman var…

Tarlalar – tezekler, kenarda garantör mal mülk tamamen bitmeden çalışkan olmayız, olamayız…

NUR ERDEM ÖZEREN

14.01.2011

9 Ocak 2011

138 - Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ ve HAS Parti

Birkaç gün önceki yazımda bahsetmiştim, Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ’la ilgili bir yazı yazacağımdan… Geçen yıl 6 Nisan’da tanıştığım ve hayran olduğum, siyaset yapış şeklini takdir ettiğim…

Kendisiyle tanışmamıza vesile olan organizasyon, dernek olarak yaptığımız Siyaset Günleri’ydi… 5 Genel Başkan davet edip, birinin son dakikada katılmaması nedeniyle dördünü dinlediğimiz. İkinci bölümünde CHP – MHP – AKP yöneticilerini ağırlayacağımız…

İlk tespitim şu ki, gelen genel başkanlar arasında “Başbakan” olabilecek potansiyele sahip tek “lider”di… Ve bu görüşe yalnızca ben sahip değildim…

Ancak akıllarda bir soru, bir sıkıntı vardı… O zamanlar Genel Başkanı olduğu Saadet Partisi tabanı ile örtüşmediği düşünülüyordu ki, konuşmasında dinle ilgili tek bir söz söylememişti...

Sonraki süreç malum, bugün artık HAS Parti Genel Başkanı… Ama en azından benim beklediğim etkiyi yaratmadı, yaratmıyor, yaratamayacakmış gibi geliyor… Nedenlerini analiz edeceğim bu yazımda kendimce…

Mesele şu ki, AKP alternatifi mi olmak isteniyor, Türkiye Partisi gibi mi olmak? Buna göre doğru model alınmalı… AKP dışında, bir partiden ayrılıp başarılı olmuş hiçbir parti yok tarihimizde…

İlk hata, vefa gösterirken yapıldı, yapılıyor… Saadet Partisi’ndeki süreçte kendisine vefa gösteren herkes, bugün HAS Parti’nin il ve ilçe yöneticileri… Ancak bu isimlerden “çok daha fazlası”na ihtiyaç var… Çünkü HAS Parti, SP’nin devamı değil, burası yepyeni bir parti ve burada sadece vefa belirleyici olmamalı… Başka partilerden yıllarca çalışmış, görev yapmış olanlar da parti içinde aynı seviyede yer bulabilmeli…

Eğer vefa ön planda olursa, 81 ilin 65’inde SP’den HAS Parti’ye geçen il başkanları ve müfettişleri zaten milletvekili seçimlerinde ilk ikişer sırayı alacağından, yenilere yer kalmamış olacak… Bu da, yeni isimlerin dahil olmasını engelleyecek bir gerçek…

İkincisi ve bu konuyla bağlantılı olan konu, tabandan destek almakla siyaset yapacak dava arkadaşı bulmak arasındaki ayrımın henüz yapılamamış olması… Sizi destekleyecek “taban”ın size gelmesini bekleyebilirsiniz… Ancak sizinle yol alacak, oy getirecek isimlerin size gelmesini bekleyerek değil, kamuoyu araştırması yapıp, davet götürerek hareket etmeniz gerekir… Ve bunu yereldeki isimlerle yapmamanız…

Çünkü 81 ilin 70’e yakınında siyaset, yereldeki isimlerle yapılır… Tanınan, bilinen, saygın isimlerle… Bu isimler, fikir lideri ise, insanları peşinden sürükleyebilecek isimlerse, onlar size gelmezler… Sizin onlara teklif götürmenizi beklerler… Doğal olarak…

Yerelde isimler doğru seçilmeli, davet edilmeli… “Temiz siyasetçi” kavramı uğruna, siyasete hiç bulaşmamış yeni ve tertemiz isimler, halk nezdinde kimsenin umurunda olmuyor… Çünkü onları kimse tanımıyor! Bunu Türkiye Partisi’nde görebiliyoruz…

Ancak siyaseti bilen, siyasi partilerde değilse bile siyaset yapıp “halka hizmet eden”, “memleket meseleleri ile ilgilenen” sivil toplum örgütlerinin aktif yöneticileri davet edilmeli…

Veya, illa siyaset yapanlardan seçim yapılacaksa, CHP’nin küskünlerinden, TDH içinden hayal kırıklığına uğrayanlardan, AKP’den uzaklaşmış olanlardan, MHP’de 90’larda, TÜRKEŞ döneminde aktif olup bugün BAHÇELİ ile frekansı tutmayanlardan, DYP’de ANAP’ta 90’larda siyaset yapmış olup bugün uzak duranlardan, bugünkü DP – ANAP birleşmesinden küskün kalanlardan, yani zamanında yakın veya orta vadede geçmişte siyaset yapmış ancak “kirlenmemiş” olan, “itibar”ını kaybetmemiş olan “siyasetçi”ler davet edilmeli…

Zaten siyaset yaparken kimsede heyecan yaratmamış il – ilçe yöneticilerini transfer etmek kimseye bir şey kazandırmaz… Bir başarıya imza atmış siyasetçiler davet edilmelidir…

Bu isimlerin gelmesini bekleyecek kadar vakit yok! Seçime 5 ay var! Sistem şu şekilde işlemeli… Yereldeki isimler yereldeki isim tespitlerini yapmalı… Genel merkezden “sadece bu iş için kurulan” bir ekip, içinde “sadece” sakalı kesik, bıyığı olmayan, SP kökeninden gelmeyenler olmalı… Ve bu ekip şehirleri gezip, yereldekilerin referans verdiği isimleri “davet” etmeli…

Yalnızca Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ’a olan destek ve teveccüh, barajı aşmaya yetmez… Ve bugün Saadet Partisi kökenli dava arkadaşlarıyla Numan KURTULMUŞ, yalnızca SP’nin tabelasını değiştirmiş olmaktan öte bir görüntü sergilemiyor ne yazık ki…

Üçüncüsü, ulusalda ünlü isimler işin içine dahil edilmeli… Metin AKPINAR gibi, Hakan ŞÜKÜR gibi, Yiğit BULUT gibi farklı sektörlerden tanınmış isimler, eski siyasetçiler, mevcut küçük partilerin Genel Başkanları, “davet edilmeli”… Hasan Celal GÜZEL, Sadettin TANTAN, Salih UZUN, Süleyman SOYLU gibi…

Yarısı gelmese, gelen yarısının etkisi büyük olacaktır… Hiç biri gelmese, medyada yer almak için ve tarafını belli etmek için vesile olacaktır…

Dördüncüsü; bir parti “herkesi kucaklıyorum” dediği an patlamaya başlamasının resmidir… Hedef kitle olmalı… “Bir şeyi herkese satmaya çalışırsanız, kimseye satamazsınız!” Bunu her zaman söylüyorum… Biz merkez partisiyiz diyerek merkez partisi olunmaz… Partinin merkezinde belli bir kesim oturur, diğerleri azınlık da olsa yer alan renk katan kesimlerdir…

HAS Parti, maneviyatçı – demokrat bir partidir… Sağ görüşlüdür… Sol görüşlü % 5 – 10 kadar taban ve siyasetçi de barındırır… Milli Görüş % 40 – 45’ini oluşturmalıdır… Merkez sağ da % 50… Ancak bu şekilde meclis yolu açılır…

HAS Parti’nin bu seçimdeki hedefi, ne pahasına olursa olsun, ne şartla olursa olsun, meclise girmek olmalı… Gelecekte iktidar olmanın yolu, kendini anlatmanın yolu, meclise adım atmakla mümkün… Aksi halde vefa gösterenler 4 yıl daha sizinle koşmazlar, vefa gösteremezler…

Meclis dışında kalan bir % 9,5, meclis içinde olan bir % 3’ten çok daha etkisizdir… BDP ile aynı oyu alan hiçbir parti, onlar kadar medyada yer almıyor, demeçleri dikkate alınmıyor…

Amaç bu seçimde iktidar olmak zaten olamaz, ki bugün Türkiye’nin ihtiyacı, iyi bir muhalefet… Ancak gelecekte iktidar olabilecek bir muhalefet… Bu potansiyel de bugün HAS Parti’de yok, ama Numan KURTULMUŞ’ta var…

Başarı tek bir koşulla gelir… Numan KURTULMUŞ’un Başbakan alternatifi oluşu, HAS Parti’nin iktidar alternatifi oluşu ile desteklenirse… Aksi halde, Recep Tayyip ERDOĞAN Cumhurbaşkanı olurken Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ’u AKP’nin başında Başbakan olarak görürsek şaşırmayalım…

NUR ERDEM ÖZEREN

09.01.2011

2 Ocak 2011

137 - Sağlıklı ve Huzurlu Yaşamın Anahtarı

2011’e girmişken, sizlere kendimce sağlıklı ve huzurlu yaşamın anahtarını tarif etmeye karar verdim… Ama bu anahtar, sizin kapınızı da açacak mı bilmiyorum… Aslında hep duyduğunuz şeylerin birleşimi olacak… Spor… Meditasyon… Temizlik…

Sabahları güneş doğmadan kalkmak lazım her şeyden önce… “Erken kalkan yol alır” demiş ya büyüklerimiz…

Kalkınca ilk işimiz elimizi – kolumuzu – yüzümüzü – ayaklarımızı yıkamalıyız ki, güne zinde bir başlangıç yapalım… Sabah alınacak bir duş ise daha işe yarar olabilir…

5 dakikalık bir süre, sabah sessizliği içinde meditasyonla sporu birleştirerek sakin sakin birkaç hareket yapmak, vücudumuzu güne hazırlayacaktır… Kendinizi fazla yormayın… 5 dakika yeterli olacaktır…

Böylece öğlene kadar geçen sürede, işlerinizi yapmak için oldukça zamanınız olacak…

Öğle yemeğinden sonra yine aynı şekilde vücudunuzun belirli yerlerini yıkayarak zindelik kazanabilirsiniz… Öğle yemeğinin ağır olma ihtimaline karşın, ardından 15 dakikaya yakın spor yapmanızda fayda var… Spor yaparken eklem yerlerinizi çalıştırmaya dikkat edin… Kireçlenmeyi engelleyecektir…

Sporla meditasyonun bir arada olması, ve sporu sakince yapmanız sizi sakinleştirirken kalori yakmanızı sağlayacaktır…

Öğleden sonra, yaklaşık 2 – 3 saat sonra ara öğün yedikten sonra günün kalanında zindeliğinizi korumak için yaklaşık 10 dakika tekrar spor yapmanızda fayda var…

Eve döndüğünüzde, günün öğleden sonraki bölümünde yorgunluğunu atmak için 5 dakikalık spor öncesinde kısa bir temizlikte yine fayda var… Suyu vücudunuza ne kadar sık temas ettirirseniz, vücudunuzda yara bere hastalık riskini azaltır, mevcutların da iyileşmesine katkı sağlarsınız…

Akşam yemeği ardından 15 dakikalık spor yine faydalı olacaktır… Kalorileri yakarken yalnız kalıp sessiz bir ortamda meditasyon yapmaya da özen gösterin… Ruhunuzu dinlendirirken vücudunuzu zindeleştireceksiniz…

Böylece günde 1 saate yakın spor yapmış olacak, yine aynı sürede ruhunuzu dinlendirmeye vakit ayırmış olacaksınız… Bu sizi sakinleştirirken, vücudunuzun daha sağlıklı olmasına katkı sağlayacak… Gün boyu temiz kalmayı da unutmazsanız, yine sağlıklı bir vücut için kendinize bakmış olacaksınız…

Bunların yanında, bir şeyi çok istiyorsanız, son yılların popüler tabiri ile “evrenden isteyin”… Evren sizi duyacak ve size istediğinizi verecektir…

Evren sizi duydu ve istediklerinizi verdi diyelim… Muhtemel isteklerinizin arasında para da olacağından, mutluluğunuzu daim hale getirmek için parayı kullanın… Yapılan araştırmalar, paranın gerçekten mutluluk kaynağı olduğunu söylüyor… Ama bir şartla… “Başkaları ile paylaşırsanız”…

Kazandığınız paranın bir kısmını ihtiyacı olanlara ayırmayı unutmayın… Bu sizi hem mutlu edecek, hem de huzurlu olmanızı sağlayacaktır…

İhtiyacı olanlara ayırdığınız paranın yanında, çevrenizde sevdiklerinizi ve akrabalarınızı da mutlu etmeyi esirgemeyin… Onlara zaman zaman hediyeler alırken, ihtiyaçları olduğunda da yardım edin…

Sosyalleşmeyi de esirgemeyin… Özel günlerde ve her hafta en az bir kere toplum arasına karışın… İnsanlarla bir arada bulunun… Sohbet edin… Fikirlerinizi paylaşın…

Yılda bir uzun yolculuk yapmaya özen gösterin… Uzaklara seyahat edin… Kendinizle baş başa kalın… Sevdiğiniz birkaç kişi ile olursanız daha mutlu olacaksınız…

Tüm bunları yaparken, işinizi iyi yapmayı unutmayın… Ne yaparsanız yapın, en iyi şekilde yapmaya özen gösterin…

Nasıl? Ben söyleyince kulağa ne hoş geliyor değil mi? Hepsi bir arada tek bir mecrada yazılı… Ben de oradan aldım… Güncelleştirdim…

NUR ERDEM ÖZEREN

02.01.2011