19 Ekim 2009

113 - Unuttum…

Hayatın bu kadar hızlı akmasından mı? Sorumluluklarımın her geçen gün artmasından mı? Yaşımın hızla ilerlemesinden mi? Yoksa geçmişte yaşadığım çok derinlere inmiş olan acıdan mı? Bilmiyorum… Ama unuttum…

“İnsan büyüdükçe hayalleri küçülürmüş!” Küçük Deniz’in, “Babam ve Oğlum” dizisinin finalindeki tespitiydi Çağan IRMAK tarafından söyletilen…

Bazı şeyleri unuttum artık… Çok uzak geliyor bana… Vazgeçtim bir sürü şeyden…

Ne bu “şey”ler? Duygular… Her geçen gün, en başta saydığım, hangisinden olduğunu bilemediğim sebeplerden biri ya da bazıları nedeniyle unuttum…

En çok uzaklaştığım da aşk, sevgi sanırım… Zaman geçtikçe unuttuğum duygu…

Daha yıllar önce biliyordum böyle olacağını aslında… Gençlere çok erken başlamıştım nasihat vermeye… “Bugünlerin kıymetini bilin” diye…

“Bir daha bugünkü gibi atmayacak kalbiniz sevgilinize karşı…” diyorum yıllardır seminerlerimde… “Bu heyecanları yaşamaya vaktiniz kalmayacak…” diyorum…

“Yeni sorumluluklarınız olacak… Aşkı yaşamaya ne vaktiniz kalacak zamanla, ne kafanızı verebileceksiniz… Düşünmeye bile vakit kalmayacak onu…”

“İşte sırf bu yüzden bile, kıymetini bilin bu günlerin… Sonra başka duygular olacak artık… Aşk olmayacak, hızlı atan kalp olmayacak ilişki nedeni gelecekte…”

Ben doya doya yaşadım da bunları ama, şimdi çok uzakta kaldı… Bir daha yaşamayacağıma emin gibiyim her geçen gün…

Özlemek, her an yanında olmayı istemek, içi içine sığmamak… Her yeni yaşanıp biten ilişkiden sonra daha iyi anladım yalan olduğunu…

Eskisi gibi geçmişe bakıp üzülmüyorum da artık… O kadar uzakta kaldı ki… Onu bile unuttum…

Güzel şeyleri özlemekten de vazgeçtim… Kendiliğinden… İstemeden… Zamanla… İşte yukarıda saydıklarımdan…

Öyle bir zaman geliyor ki, işte bu “duygular” unutuluyor, hayatın diğer gerçekleri giriyor insanın hayatına…

Eskisinden çok daha az yer alıyor duygular hayatınızda… Beyninizde daha az yer kaplıyor… Zamanınızdan daha az zaman ayırıyorsunuz…

Artık başka duygular giriyor sanırım hayatıma… Başka istekler… Başka gerçekler…

Bazı gelecek planlarımdan da vazgeçiyorum yeni şeyler yaşadıkça… Aslında bazılarından üzülmüyorum da… Üzerimden yük kalkmış hissediyorum… Öyle bir gelecek planın olmayınca, ona dair hedef ve yüklerin de olmuyor…

Bütün bunlara sanırım biz “olgunlaşmak” diyoruz… Güzel bir şey mi? O kadar güzel olsa herkes küçüklere “bugünlerin kıymetini bilin…” demezdi herhalde…

“Senin yaşında olayım, 500 milyar borcum olsun…” Bu da büyük yalan ya, verelim o 500 milyar borcu sana, bakalım yaşayabiliyor musun o yaşı…

İşte o borçlar, sorumluluklar, yaşananlar, insanlar, dostlar, düşmanlar, güvendikleriniz, sevdiklerimiz, hayallerimiz, hayal kırıklıklarımız… Olgunlaştırıyor bizi…

Sezen AKSU’nun dediği gibi… “Hani herkes arkadaş, hani oyunlar sürerken… Kimse bize ihanet etmemiş, biz kimseyi aldatmamışken… Hani biz kimseye küsmemiş, hani hiç kimse ölmemişken… Hani şarkılar bizi henüz bu kadar incitmezken… Eskidendi… Çok eskiden…”

Gerçekten de çok eskidendi… Ben hepsini unuttum… Unutturdu hayat… İlk başta saydıklarımla…

Yine de… Az önce duydum bir dizide… “Hayat güvenmemek için çok kısa…”

NUR ERDEM ÖZEREN

19.10.2009

4 Ekim 2009

112 - ÖSS Birincisi, Hayat Sonuncusu – 3

ÖSS’nin önce puansal sonuçlarından sonra, ardından da yerleştirmeler yapılınca iki ayrı yazı yazmıştım bu başlıkla… Şimdi de ek yerleştirme döneminde, hala “eğitim” konusu gündemdeyken, azalmış da olsa önemi şu sıralar, biraz da “sistem”e yapılan eleştirileri değerlendirelim, diğer bazı yorumlara cevap vermeye devam edelim istedim… Ve ne yazık ki ikiye bölemedim yazıyı… Çok bütünlük içinde aktı gitti hepsi… Şimdiden affınıza sığınıyorum bu uzun yazı için…

Eğitim sistemini suçlayanlar bol… Sistemi suçlamak çoğu zaman yersiz geliyor bana… Sistemi eleştirmek kurtarmıyor bizi hayatta çünkü… Hayatta çuvallayınca “aman yazık sistemdenmiş” demiyor kimse… Hayat bahane kabul etmiyor ne yazık…

Harika bir tespit yapmış aslında bir arkadaşım… Olmayan bir şeyi değiştiremezsin! Bizde “eğitim” sistemi yok çünkü… “Sınav sistemi” ile “eğitim” sistemi değiştirilmez… Bizse onun için uğraşıyoruz…

“Öğretim” sistemi “değiştiriliyor” sadece… Köklü değişiklik de yok… Reform yok… Eğitim yok… Etik, ahlak ve benzeri kurallar öğretilmiyor… “Doğru insan” olmak, “hayatta” başarılı olmak, “insan” olmak öğretilmiyor… Ben de tam bunun için uzun vadeli bir hazırlık yapıyorum… İlgilenenlere de duyurulur…

“Hayat Okulu” açmak gerekiyor her sınıf seviyesindeki öğrenciler için… İlkokuldan Üniversiteye kadar… Hayata dair her şeyi, ailelerin öğretmesi gerekenleri, iş hayatında karşılaştıklarını öğretmek için… “İnsan” olmayı, “önemli” değil de “değerli” olmak için “hayat”ta öğrenilmesi gerekenleri öğretmek için…

Hepimiz demiyor muyuz bir genci görünce “size bunları okulda öğretmiyorlar mı?” diye? Evet öğretmiyorlar işte! Ne yazık ki…

Ya da işe gelen biri, iş hayatının kurallarını bilmeden düşmüyor mu kurtlar sofrasına?

İşte tam burada konu gencin robot ve inek olduğunu söylememe geliyor… Bunun için “kendine gelmesini beklemek lazım” diyordu bir arkadaşım yorumunda… 18 yaş kendine gelmek için çok mu geç? O günler geri gelmezken, geçip gittikten sonra, kendine gelse ne yazıyor…

Üniversite sınavında derece yapanlarla ilgili de hep iyi yerlere geldiğine dair bir savunması olmuştu aynı arkadaşımın… O “iyi yere gelmek” konusunun o adamların üniversite sınavında başarılı olmaları ile alakası olmadığı kanaatindeyim… Bence asla kriter değil… Aslında bu konuda hemfikiriz… İyi bir üniversitede okuyanlar hayata daha önden başlıyorlar, buna da katılıyorum… Ama bir sürü de iyi üniversite mezunu hiçbir şey olamamış insan var… Üniversite, insanın önüne çıkan onlarca fırsattan yalnızca biri, bunu bu kadar büyütüp gençliği karartmanın anlamı yok… Olay sende bitiyor çünkü… 22 – 23 yaşına gelene kadar mal mal yaşa hayatı, sonra keşfet kendini de adam ol… Olmuyor işte… Üniversitede lisede değil olay… Eğer öyle bakarsan, Galatasaray Lisesi mezunu olup adam olamamış kimse de yok… İsterse üniversite okumasın… Gerek yok… “Camia” yeter…

Birinci olanların sonraki hayatlarına dair bir programdan bahsetmiş bir arkadaşım da… Evet aralarında işsiz bile var… Vasıfsız bir birinci eninde sonunda çuvallayacak, vasıflı bir sonunca ise eninde sonunda ön plana çıkacaktır… Ben buna inanıyorum…

Dershaneler hep çıkardıkları birincilerin reklamını yapıyorlar… Oysa oraya herkes aynı parayı veriyor… Hiç düşünmüyorlar birinci olmayanların ve velilerinin düşüncelerini… Birinci olamadıysan kenara… Bereket versin…

Son Tercih Dönemi’nde İstanbul’daki seminerlerde yaptığım bir tespiti paylaşayım sizinle… Adı büyük üniversitelerin iş ilanlarında adının özellikle belirtilmesi ile ilgili… İşe alımlarda öncelik tanınması ile ilgili… O iyi okullarla neden öncelik veriliyor sizce? Adı “büyük” olduğu için mi? Hayır!

O bahsedilen İ.K. uzmanları kendi okullarının mezunlarını işe alıyor öncelikle… Bir zamanlar sadece o “büyük” okullar ve oralardan mezunlar vardı… Şimdiki kadar çok üniversite yoktu… Üniversite sayısı çok azdı… Onlar mezun oldu, “büyük” şirketlerde işe girdiler, kendileri şirket sahibi oldular… O şirketlerle birlikte “büyü”düler… Şimdi kendi okullarının mezunlarını işe alıyorlar… O yüzden öncelik verilmesi…

Sırf bu büyük okulun verdiği vizyon takıntısı nedeniyle kimse bölümüyle ilgili alanda çalışmıyor… Tarih mezunu Finans şirketinde Genel Müdür Yardımcısı… ODTÜ Fizik, Boğaziçi Felsefe mezunu… İş dünyasında İ. K. “Uzman”ı… “Uzman!”… Evet olacak iş değil… Ben de bunun için iş yapıyorum işte… Zevkle…

Daha da ötesi, o alanda Yüksek Lisanslı… Gidiyor başka alanda çalışıyor… O güne kadar aklın neredeydi? Neden yıllarını başka alanda heba ettin o zaman?

O zaman üniversiteler ne işe yarıyor? Ya orada bir şey öğretilmiyor ilgili alana dair demek ki, ya da boşuna geçirilen, heba edilen zaman işte…

Madem her şeyi iş hayatında öğreneceksin, liseyi bitirince direk gir o zaman… Orada öğren…

Finans Doktorası yapmış olan Pazarlama Müdürü ile çalıştım ben… Doktora! Pazarlama’yı çalışırken öğrenen… Ama rakamlarla Pazarlama yapan… Bütçelerle… İnsan olgusundan önce finansal değerleri irdeleyen…

Bu örnekler var diye doğrusu bu değil… Boğaziçi’nden mezun diye işe giriyor insanlar… ODTÜ’den Bilkent’ten mezun diye… Bölümüne bakmaksızın… Nasılsa ilgili bölümden mezun olan da hiçbir şey bilmeden geliyor düşüncesiyle… Vizyonu yeter, biz burada öğretiriz düşüncesiyle…

Evet sırf okulu için burs alıyor bazı gençler… Adı büyük okulda okuduğu için öncelik veriliyor… Konya Selçuk Üniversitesi mezunu üniversiteli değilmiş gibi sanki… Bütün burslar İTÜlü ODTÜlü Boğaziçililere…

Zamanla azalacak bu isim yazma durumu da… Ama emin olun, bir ODTÜlü, bir Boğaziçili’yi işe almaz kolay kolay… Fazla sosyetik olduğunu düşündüğünden belki de…

Bunlar gerçekler, ama doğru olanı bu değil ve bunun tam tersi yüzlerce örnek de ben biliyorum… Küçük üniversitelerden mezun yüzlerce başarı hikayesi, üniversite okumamışların yüzlerce girişimcilik başarısı var bildiğim…

Zaten artık değişiyor bu gerçekler de… Üniversite sayısı arttıkça… Hele ki vakıf üniversiteleri iş dünyası ile daha iç içe oldukça… Mezunlarına sahip çıktıkça… Büyük üniversitelerin tekeli kırılmaya başlandı bile…

Bir de üzerine Anadolu’daki üniversitelere o şehrin Anadolu Aslanları, KOBİ’leri sahip çıkarsa, üniversite kalitesi artacak tüm Türkiye’de… Her geçen gün…

Süper bir başka tespiti bir arkadaşımın… “İşini iyi yap” yerine, “iyi işi yap” ama nasıl yaparsan yap mantığı var… Ama o zaman da öyle hayal edilen paralar kazanılmıyor işte… Boş gezen ya da üç kuruşa talim eden mühendis, avukat vb. meslek sahibi insan var… Öğretmenler var boş gezen… Onlar sadece diploma sahibi aslında… Meslek sahibi değil… Vasıfsız birer diploma sahibi… Birçoğu… İstisnalar olabilir… Sistemden olabilir… Ama işte örneği… Hayat çuvallayınca bahane kabul etmiyor…

Ha bu arada! Üniversiteyi kazanan ve okullarına yerleşen gençler… Bu şöhret, ihtişam, ilgi, birkaç gün sonra bitecek demiştim… “Gerçek hayat” başlayacak demiştim… Nitekim öyle de oldu sanırım… Değil mi? Gerçek hayat başladı… Birinciyi unutalı çok oldu zaten de… Gündem değişti… Hayatınızın ilk unvan maçı sona erdi… Sonuç? Aşağıda…

En fazla birkaç hafta geçti sonuçlar açıklanalı… Şimdi sorun bakalım insanlara, nereyi, hangi üniversiteyi ve bölümü kazandığınızı hatırlıyorlar mı? Ailelerinize sorun bakalım, hangi arkadaşınızın nereyi kazandığını hatırlıyor… Kaçını… Zaten cevabında saklı bu boşuna unvan mücadelesi…

NUR ERDEM ÖZEREN

03.10.2009

111 - Sarıgül… Şener… DP…

Geçen hafta sonu SARIGÜL Abdi İpekçi’de gövde gösterisi yaptı… Yeni bir iktidar alternatifi olmaya çalışan oluşum daha… DP ve ŞENER gibi…

Ama bu gidişle hiçbirinden hiçbir şey olmayacak gibi… SARIGÜL ve ŞENER, yeni tek adam partileri kuruyorlar… DP onlara göre şansı biraz daha yüksek… Ağır top sayısı fazlalığından… Her an transfer yapabilitesi olduğundan…

Önce DP’den başlayalım… Eski ağır top sayısı fazla, ANAP’la birleşme çalışmasında hala bir yol alamamış gözüken, gençleri hala çok da kanalize etmiş olamayan, ya da aslında, tüm bunları yaptıysa bile kamuoyu ile paylaşamayan bir yapı…

Kamuoyuyla paylaşmadıkça da bunları yapmak hiçbir işe yaramıyor… Ama DP’nin avantajı, AKP’nin her geçen gün merkezden uzaklaşıp cemaate yaklaşan ağır top listesi… Merkez sağa talip eski sahip DP, her an eski ANAP ve DP’lileri transfer edebilir… Yeter ki umut vaad etsin… Ama o da görünmüyor yakın gelecekte… Ve her an bir erken seçimde yine çuvallama…

İlk DP yazılarımdan sonra iddialaştığım bazı arkadaşlarım, CİNDORUK’un bırakmayacağını iddia ettiler… DP’nin yapacağı en akıllıca hareketlerden biri, eğer ki AKP’ye alternatif iktidar olmak istiyorsa, bir dönem Genel Başkan adayı da olan Köksal TOPTAN’ın genel başkanlığa gelmesi olacaktır… Herkesten destek alarak Meclis Başkanlığı’na seçilen, kamuoyunda da yeri güçlü olan… Ardından rüzgar esmeye başlar…

Ben yine söylüyorum, Rıfat HİSARCIKLIOĞLU bunu en iyi yapacak isim bence de, o da “Başbakanı”nın sözünden çıkmayacağını söylüyor ne yazık ki… Biz bakalım da HİSARCIKLIOĞLU AKP’nin başına geçmesin ERDOĞAN’ı Cumhurbaşkanı yaparken…

Gelelim ŞENER ve SARIGÜL’e… Her ikisi de tutturmuşlar bir “her kesimi kucaklama” lafını gidiyorlar… AKP öyle yapabildi ya, bunu bir strateji sanıyorlar…

Her kesimden destek, iktidar olmak için alınmıyor, iktidar olunca alınıyor… AKP sadece bunu başardı… İktidar oldu, güçlü bir iktidar… Herkes de destekledi… O da destekleyenlere yer verdi parti organlarında…

Öyle her kesimden destek falan da almadı… Uzaktan ortaya doğru giden bir sağ partiydi… Şimdi merkezden uzaklaştıkça bitiyor…

Merkez partisi olmadı hiç… Olamazdı da… Sağ bir partiydi işte… % 80’i sağ… İstediğiniz kadar merkezim deyin, imkansız bir şey bu… Araya istisnai iki tane CHP transferi ile merkez parti olunmaz…

Yeni kurulan partiler de, istediği kadar merkeziz desinler, bir tarafa daha yakınlar… Her şeyden önce liderlerinin geçmişinden ötürü… Ne SARIGÜL sağcı, ne ŞENER solcu olabilir…

Ben hala sağ ve sol kavramlarının bittiğine inanmıyorum… Rekabet iki partiye düştü diye, her kesimden görüş ikisinden birinin içinde yer buldu… Bakın eskisi gibi alternatif artsın da görün o zaman herkes nasıl yine tarafını belli ediyor…

Apolitik dediğimiz gençlikte bile sağ sol hala var… Öyle merkez partisi falan da dinlemezler… Ama aslında herkesin tek bir derdi var… İktidardan yana olmak… Klasik hastalığımız… Bu yüzden gelişemiyor demokrasimiz… Gerçek muhalefet olmadığından…

SARIGÜL ile ilgili son bir tespit yapmak istiyorum… Bana göre Tayyip hala Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük 7 siyasi liderinden biri… MENDERES, DEMİREL, ECEVİT, ERBAKAN, TÜRKEŞ, ÖZAL ve ERDOĞAN… Elbette ki ATATÜRK’ü ayrı tutuyorum, şimdi başka yerinden anlamak isteyenler olur… Hepsi de yurdum insanı… Peki SARIGÜL olabilir mi 8.?

Türkiye’de saçları boyayla siyaha boyanmış, dişleri porselen kaplı, solaryumu eksik olmayan “lider” olmaz… O anca Şişli’nin Nişantaşı’nın lideri olur, Abdi İpekçi’yi doldurur… Yurdum insanı olmayan lider olamaz…

NUR ERDEM ÖZEREN

04.10.2009