20 Kasım 2009

117 - Genç Bakamayış...

Aylardır yazacaktım bu konuyu… Bir türlü kısmet olamamıştı… Haftalar sonra ilk kez tekrar izledim bu Çarşamba gecesi Gen. Bakış’ı… Değişen hiçbir şey yoktu…

Gençlerle ilgili kısmından önce, Kanal D’yi ve Abbas GÜÇLÜ’yü ele almak istiyorum… Bu saatte hiçbir gencin bakamayacağı kesin bu programa… Bari gün içinde ya da akşamüstü yayınlayın… Hedef kitlesinin en izleyemeyeceği saatte yayınlanıyor… Nasıl bir stratejidir çözemiyorum…

Asıl bomba Abbas GÜÇLÜ… Nefesini kontrol edemeyen, nerede nefes alıp nerede vereceğini bilemeyip cümle ortasında duraklayan bir ekran insanı… Topluluk karşısına nasıl çıkarıyorlar Abbas GÜÇLÜ’yü inanamıyorum…

Hadi onu geçtim, o belki nefes dersleriyle falan geçer belki de, cümle kuramıyor Abbas GÜÇLÜ… İki lafı bir araya getiremiyor… Hiçbir konuda bilgisi yok doğru düzgün… Karşısındaki gençlerin ne dilinden anlıyor, ne onlarla aynı frekansta yaşıyor…

Sinirlerini hiçbir zaman kontrol edemiyor… Hareketlerini de… Programdaki gençlerin taşkınlıklarını hiçbir zaman yönetemiyor… Tek yapabildiği çanak sorularla eleştiri yapmaya çalışmak…

Bir de çok zekiymiş gibi bu çanak soruları salona sorup alkış almıyor mu, deli oluyorum… Abbas GÜÇLÜ’nün bugünkü konumunun yegâne sebebinin Aydın DOĞAN’a yakınlığı olduğu konuşulur hep… Ben çözemiyorum… 10 tane kanalım olup 500 programım olsa, birini bile vermem Abbas GÜÇLÜ’ye…

Geçen akşam Ali SABANCI konuktu Abbas GÜÇLÜ’ye… Tüm dünyada organizasyonlarla kutlanan Girişimcilik Haftası nedeniyle, TOBB Genç Girişimciler Kurulu Başkanı sıfatıyla… Çukurova Üniversitesi’nde…

Tam yatacakken, konu ve konuk ilgimi çektiğinden, izlemek ve bir şeyler öğrenmek istedim… Ama hiçbir şey öğrenemedim… Gençler izin vermedi çünkü…

Gençler tam bir faciaydı… Sanki orada Ali SABANCI yok… Sanki konu girişimcilik değil… Hiç mi birinin bir girişimcilik fikri olmaz? Hiç mi birinin soracak sorusu olmaz? Hiç mi merak ettikleri bir şey olmaz? Hiç mi bir şey öğrenmek istemezler? İnanamadım…

Her mikrofonu alan benzer şeyleri yaptı… Bir kısmı, Ali SABANCI’dan bir şeyler istedi… Bağış vs gibi parasal istekler…

Bir kısmı, eline mikrofonu almışken, Rektörlerini ve okullarını şikayet ettiler…

Bir kısmı da hükümeti, sistemi eleştirdi, siyasetçilerin babasına yapılan haksızlıktan bahsetti…

Kimse konu ve konukla ilgilenmiyordu… Eleştirmekten başka bir şey düşünmüyorlardı… Siyasetçi konuksa dünyanın en şerefsiz insanları siyasetçiler, zengin bir işadamıysa Ali SABANCI gibi, en büyük düşmanları zenginler…

Ama o kadar boşlardı ki eleştirirken… O kadar hiçbir şey bilmeden eleştiriyorlardı ki… Bilgi sahibi olmadan, hepsi fikir sahibiydi… Ama aslında o kadar fikirsizlerdi ki, az önce bahsettiğim, Abbas GÜÇLÜ’nün o arada salona çanak sorularla kendini alkışlatması aslında çok normaldi… Çünkü gençler de her söyleneni alkışlamaya çok müsaitlerdi… İki karşıt görüşü arka arkaya alkışlayacak kadar konudan uzak, şakşakçı bir gençlik ne yazık ki…

Bütün bunların yanında, saygısızlardı konuğa karşı… Daha öncekilerde de olduğu gibi… Terbiyesizce, saygısızca konuğu eleştiriyorlardı… Ama yapıcı eleştiri yapacak donanım yok… Sadece terbiyesizce, saygısızca, yıkıcı eleştiri…

Yine hayal kırıklığıydı benim için Genç Bakış… Yani gençler… Kötüye gidiyoruz… Çok boşlar… Çok donanımsız… Çok saygısız… Ve koyun gibiler ne yazık ki… Herkesin söylediğini destekleyecek kadar…

Bu gidişe dur demek lazım… Kötü…

NUR ERDEM ÖZEREN

20.11.2009

8 Kasım 2009

116 - Bir Domuz Gribi Vakası...

Türkiye’nin son 1 – 2 aylık bir numaralı gündem maddesi… Bence yalandan… Bakın “gerçek” zararları neler…

Çocuğunuz ateşleniyor… Hastaneye gidiyorsunuz… Sıraya girip bekliyorsunuz… Doktor kontrolü yapıyor… Ve bomba teşhis geliyor… Domuz gribi “şüphesi”…

Hemen maskeleriniz takılıyor… Çocuğunuz ve siz bir anda korunmaya alınıyorsunuz… O ana kadar yanınızda olanlara, arabayla sizinle oraya kadar gelenlere, hiçbir önlem alınmıyor…

Bulunduğunuz yere en yakın devlet hastanesine sevk ediliyorsunuz… Aman o özel hastanenin adı domuz gribiyle anılmasın da, müşteri kaybetmesin diye… Hastanenin suçu değil, hükümet böyle istediği için…

O andan itibaren herkes teyakkuzda… Sağlık Müdürlüğü’ne bilgi veriliyor… Ambulans hazırlanıyor… Devlet hastanesine ambulansla sevk ediliyorsunuz… Hem de sirenlerle… Kırmızı ışıklarda durmadan… Sanki grip “acil” bir vakaymış gibi… Sanki o hastaneye de ambulansla gitmişsiniz gibi…

Bütün bunlar neden? Önlem olsun diye… O özel hastanenin bir doktorunun “şüphe”si…

O an kendinizi bir düşünün… Çocuğunuzla ambulansın içindesiniz… Sirenlerle hastaneler arası sevk ediliyorsunuz…

Korku içindesiniz… Ya çocuğum da domuz gribinden ölürse diye düşünerek yolculuk ediyorsunuz…

Ve nihayet hijyenik, muhteşem bakımın yapıldığı, devlet hastanesine ulaşıyorsunuz… Çocuğunuz sedyeyle taşınıyor ambulanstan… Sanki hastaneye yürüyerek giden o değilmiş gibi…

Hemen tek kişilik bir odaya alınıyorsunuz… Başka doktorlar gelip bakıyor… Oraya gelen onlarca hastadan daha sağlam olduğunu söylüyor çocuğunuzun… Siz de daha önceki atlattıklarından biliyorsunuz ki, bu sıradan bir grip vakası…

Ama olsun… “Şüphe” yazıldı bir kere kağıda… Herkes maskeleri takıyor… Ama yanınızdakilere hala maske takan falan yok… Sadece çocuğunuz ve siz… Bir de hastane görevlileri…

Sizinle aynı kattaki diğer hastalar, hastaneden çıkışlarını istiyorlar… Varlığınızdan herkes korkuyor…

Doktorlar inisiyatif alıp bir şey yapamıyor… Herkes telefonla birbirine danışıyor… Bir türlü sonuç yok… Oradan başka bir “tek kişilik” odaya sevk ediliyorsunuz… Kimsenin olmadığı… Çünkü “Domuz Gribi Şüphesi” var…

Sonra sonuçlar geliyor… Pozitif… Çocuğunuz domuz gribi… Ama bu arada 2 gün geçmiş… Serum ve ilaçlarla, uyuyarak, dinlenerek, çocuğunuz iyileşmeye başlamış… Ve bu sonucun elinize ulaştığı anlarda taburcu ediliyorsunuz…

Nasıl bir tezat? Nasıl bir korku? Nasıl bir ne yapacağını bilememezlik durumu…

Eve geliyorsunuz… Kimseye söylemeye korkuyorsunuz çocuğunuzun domuz gribi olduğunu… Evde herkes maskelerle gezmeye başlıyor… Misafir kabul etmiyorsunuz… Peki o ana kadar iletişim kuranlar…???

Önlemler daha da artıyor… Kimseyle görüşmüyorsunuz… Okula haber veriliyor… Kayıtlara geçiyor… Çocuğunuz domuz gribi…

Çocuğunuza söyleyemiyorsunuz… Henüz 10 yaşında çünkü… Sürekli soruyor… “Domuz gribi miyim ben?” diye…“Kimse benimle konuşmak istemeyecek” diyor…

Hastalık atlatılana kadar bunun korkusuyla mı yaşarsınız? Çocuğunuzun bu durumuna mı üzülürsünüz? Psikolojinizle mi savaşırsınız bozulmasın diye?

Peki işin aslı ne? Her yıl onlarca insan gripten ölüyor… Daha doğrusu, zatürreeye çeviren gripten ölüyor… Bünyesi zayıf olan insanlar…

Peki bu ölümlerin domuz gribi ile alakası var mı? Hayır! Grip işte… Bu yıl adı “domuz”, geçen yıl “kuş”tu, ondan önce “Çin”…

Adı değişiyor her yıl… Virüsün adı değişiyor sadece… Hastalık aynı… Grip…

Neden? Her yıl yeni ilaçlar alınsın diye… Hükümete yakın birileri önce 40 milyon doz aşıdan, sonra dezenfektanlardan, sonra maskelerden, sonra kontrol için gittikleri özel hastanelerden, sonra her türlü yan üründen para kazansınlar diye…

Tek atımlık kurşunla yedi sülalelerine yetecek kadar para kazansınlar diye…

Geçen yıl kuş gribinden hemen sonra, köylünün elinden alınan tavuk yetiştiriciliğinden sonra, likit yumurta reklamları veren “Unakıtan” markası haykırıyordu bize bunları zaten…

Salgından ölen insan sayısı, geçmiş yıllarda gripten ölenlerden kat kat daha fazla değil…

Ama korku pazarlaması taktiğini uygulayan AKP hükümeti, bize açılımı da unutturuyor, belgeleri de, Ergenekon’u da…

Peki şimdi ne yapıyor bu yukarıda yazdığım çocuk?

Turp gibi… Okula gidip geliyor… Klasik bir grip atlattı…

Peki annesi? Babası? Çevresindeki akrabaları? Onların yaşadığı stresin, üzüntünün, korkunun hesabını kim verecek? Giden günler geri gelmeyecek… Yıprandıkları ile kalacaklar…

Sevgili muhalefet… Eleştireceksen bunu eleştir… Açılımı eleştir…

Yine Ergenekon’a, laikliğe, askere takılma…

NUR ERDEM ÖZEREN

08.11.2009

115 - Siyasi Tespitler...

Geçtiğimiz haftalarda DP – ANAP birleşmesi ile ilgili yazdığım yazımdan sonra, çok derinlemesine anlatmadığım tespitlerim nedeniyle belki de, çok yakın bir arkadaşım uzun uzun eleştirdi yazdıklarımı…

En özet hali aslında, en son yazdığı, “insanın “her şey dilediğince olsun” yazası geliyor” yorumu… Yorumlarım temenniymiş gibi göründüğünden… Tarafsız olmadığımı söylemesinden…

Öncelikle şunu söylemek gerekiyor ki, tarafsız olduğumu hiç iddia etmedim ben yazılarımda…

Ama iki şeye dikkat ediyorum… Birincisi, bağımsız olmaya, ki dibine kadar öyleyim şu anda, kimse bağlamıyor yazarken, kimsenin kalemi değilim…

İkincisi, hakkaniyetle eleştirmeye çalışıyorum herkesi… Desteklediklerimi de… Örneğin AKP’yi, zaman zaman övdüm, zaman zaman eleştirdim bugüne kadar…

Tüm yazılarımda AKP’yi bitirecek hareketin merkez sağda bir birleşme olacağını söylememi eleştirmiş… Ve asıl “temenni” diye eleştirdiği konu da bu… Bunun bir dayanağı olmadığını düşünüyor…

Şimdi dayandıralım… Öncelikle, benim bu merkez sağ için öngördüğüm lider hiçbir zaman ŞENER olmadı… BÜYÜKERŞEN’in son kongreye gelmesi de merkez sağ lideri olabileceğini asla göstermez, o bir transferdir, parti içi koalisyonun küçük ortağını temsil eder… Öyle bir düşüncem ya da öngörüm hiç olmadı…

Dile getirdiğim lider hep HİSARCIKLIOĞLU idi… Hala da öyle… En azından “kamuoyunda tanınanların” arasında merkez sağ liderliğine en uygun görünen o… Ama o da “başbakanının” sözünden çıkmak istemiyor gibi görünüyor… Ya da sağ gösterip sol vuracak zamanı gelince…

% 23’lük CHP ve % 16’lık MHP’ye rağmen ısrarla “merkez sağ” deyişime, DTP’den bile az oy alan DP’den bahsetmeme anlam veremeyen arkadaşım için ve beni yanlış anlayan herkes için, bunun açıklamasını yapalım…

Öncelikle, ben DP’nin tek başına iktidar olabileceğini hiç söylemedim… Türkiye önümüzdeki yıllarda tekrar çok partili meclise doğru gidecek ve tek başına iktidar bir on sene kadar gelmeyecek… Dolayısıyla DP’nin tek başına iktidarını değil, AKP’yi bölerek oylarını arttırarak % 15 – 25 bandına geleceğini öngörüyorum…

Peki neden? Birincisi, CHP, MHP, Saadet ve DTP oyları, AKP’nin en eleştirildiği dönemde bile değişmedi… Değişemez de…

Türkiye’de sol seçmen belli… % 25 – 30… Her dönem başka bir sol partide toplanıyor oylar… Sağ görüşlü kimseye, “merkez sağda bir alternatif olması halinde”, CHP’ye oy verdiremezsin… Son seçimde verenler de, olası bir “merkez sağ” alternatifte CHP’den vazgeçer…

MHP seçmeni de değişmez… 30’unu aşmış hiçbir sol görüşlüye MHP’ye oy verdiremezsiniz… Sağ görüşlüler verir, aynen CHP’de olduğu gibi, “merkez sağda bir alternatif olması halinde” MHP’den vazgeçer… Oylar alternatifsizlikten kayar…

Saadet ve DTP’nin oyları belli… Kürt kökenli vatandaşlarımızın ve milli görüşe sahip dinibütün vatandaşlarımızın hepsinin son 20 yıldır 3’er 5’er çocuğa sahip olduğu gerçeğini değerlendirirsek, oylarının artışının nedenini görebiliriz…

Yani yüzen oylar “merkez sağda bir alternatif olması halinde” Saadet’e doğru yüzmez… Bir anda dinibütün olmaya karar veren yaşlı nüfus dışında, seçmen bir anda görüşünü değiştirmez, ki Türkiye’nin genç nüfusu da malum…

Burada MHP’nin ve Saadet’in, son dönemde de AKP’nin gençler üzerindeki organize çalışmalarını yadsıyamayız… Elbette ki CHP de bu konuda çalışıyor, ama MHP – Saadet – DTP üçlüsünün gençlik çalışmalarının eline su dökemez…

Gelelim o Demokrat Partinin topla topla % 5 etmeyen oylarına… Aynı toplamaları AKP öncesi yaparken % 40 yapıyordu… Dolayısıyla AKP’yi iktidar yapan oyun büyük çoğunluğu merkezden geliyor…

Son 20 yıla bakarsak, Saadet – MHP – DTP gibi uç partilerin yeni seçmenler dışında oy oranının değişmediğini görebiliriz…

Geriye CHP ve merkez sağ oylar kalıyor… Ki orada da bir dönem CHP’ye, bir dönem SHP’ye, bir dönem DSP’ye kayan sol oyları, hiçbir zaman % 30’lara varamadı…

Bu nedenle de iddia ediyorum ki, AKP’nin oyları merkez sağ oylardır… Türkiye’nin yarısı son 7 yılda bir anda dinibütün olmaya karar vermedi… Merkez sağ seçmen denen % 50’lik kitle bir yere gitmedi… AKP’ye karşı olan çok azı CHP – MHP alternatiflerine gitti, ama eli gitmeyenler ya oy kullanmadı ya boş oy verdi…

Evet AKP ya % 30 üzeri oy alır, ya da % 10’un altına bir anda düşer… ANAP dönemi gibi… AKP merkez sağ bir parti değildir… Milli Görüş partisi de değildir… AKP, ANAP gibi bir “iktidar” partisidir… Dolayısıyla, iktidardan düşeceği anlaşıldığı anda, ne içinde insan kalır, ne yandaşı…

Bir ideoloji partisi değildir… Uzun soluklu olamaz… İktidarı bittiği anda, birkaç yıl içerisinde yol olup gider… İçindeki merkez sağlılar merkez sağın yeni adresine, MHP’liler ve Saadetliler yuvalarına gider, az sayıdaki CHP’liler de siyaset dışına çıkar…

Burada önemli olan, bu “merkez sağ” alternatif… DP – ANAP’ı birleştir, başına koy CİNDORUK’u, hiçbir yere varamazsın… Ama koy başına kimsenin tanımadığı birini, arkasına yerleştir merkez sağın ağır toplarını, o zaman oy alırsın… Ama o kimsenin tanımadığı biri, herkesin güvenini alabilecek, iyi bir “hatip” olan biri olmazsa, yine baraj altında kalırsın…

Ya da, aynı “merkez sağ”ın başına, kamuoyunun tanıdığı, ama “kirlenmemiş” birini koy, yine patlama yaşarsın… Bu yüzden Rıfat HİSARCIKLIOĞLU diyorum…

Eleştiren var mı? Arkasında bütün odaların desteği yok mu? Merkez sağın “hedef kitle”si herkes tanımıyor mu? Genç görünümlü mü? İyi bir hatip mi? Günümüz trendi “sosyal sorumluluk projeleri”ne öncülük etmiyor mu? Krize bile dur demek için 2 ayrı kampanyaya öncülük etmedi mi?
Bütün bu soruların cevabı “evet”… O nedenle bu ismin üzerinde duruyorum…

Evet CHP’nin başında Baykal olmasaydı “zamanında” daha çok oy alabilirdi… Ama o rüzgar biteli çok oldu… Ama o biri, daha önce de yazdım, saçları boyalı, dişleri yapılı, botokslu – solaryumlu SARIGÜL olamaz… Sol bir partinin böyle lideri olamaz… O zaman olsa olsa “sosyete solu” çıkar oradan… Daha önce Cem BOYNER’li TDH gibi… Ya da İsmail CEM’li Yeni Türkiye Partisi gibi…

CHP’yi AKP’nin tek alternatifi haline getiren süreç işin CHP bir şey yapmadı… O sadece “dönemin” sol partisi oldu…

İnsanları CHP’ye yönlendiren etken, merkez sağda bir alternatifin olmaması değildi… İnsanlar nefret ettikleri halde CHP’ye o kadar çok oy falan da vermiyor… O zaten CHP’nin oyu… Sadece % 5’i bu şekilde verilen oylar… Gerisi solun toplandığı yeni adresin sol oyları…

Genel siyasette öyle AKP karşıtlarının birleşme çatısı olarak falan da görülmüyor CHP… Öyle olsa çoktan toplanılırdı o çatıda… AKP yıllardır eleştiriliyor… Ama o çatı ne MHP ne CHP olamadığı için AKP hala duruyor… Hep aynı laf insanların dilinde… “Alternatifsizlik!”

Bu çatı neden DP değil? ANAP değil? Bugüne kadar neden değildi? Süleyman SOYLU ile, Salih UZUN ile olmazdı bu iş… İki lafı bir araya getirip halk diline inemeyen MUMCU ile derin devlet AĞAR bile birleşebilse olurdu o çekim merkezi… Her şeye rağmen…

İnsanlar alternatif arıyor… AKP karşısında “hala” bir alternatifi yok… Alternatif üreten bir “ekibi” olan parti yok… Bunu daha önce de söyledim… Bugün MHP’yi iktidar yapsan, CHP’yi iktidar yapsan, 5’er kişiden fazla isim sayamaz sokaktaki vatandaş…

NUR ERDEM ÖZEREN

08.11.2009

1 Kasım 2009

114 - İktidar için Parti içi Koalisyon…

ÖZAL döneminde başlayan… AKP ile devam eden… Şimdi de yeni trend olan…

Siyasette amaç iktidar olmak… Bunu da partiler arası koalisyon yapmak dışında, 80’den sonra yeni bir formülü bulundu, parti içinde koalisyon kurup tek başına iktidar olmak.

Bunun son örneğini dünkü DP – ANAP birleşme kongresinde yaşamaya başladık. DP kongresine, “sol”cu olduğu net olan, hatta 68 dönemi sol gençlik liderlerinden olan Celal DOĞAN ile Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı DSP’li Yılmaz BÜYÜKERŞEN katıldı. Biri resmen DP’li oldu, diğerinin adı liderlik için geçmeye başladı.

Kişisel fikrim, üzerine basa basa her zaman söylediğim, sağ ve sol kavramlarının hala olduğu. “Artık sağ – sol kalmadı” hikâyesi, kendini merkezde konumlandırıp herkesten oy almaya çalışanların cin fikirli buluşu…

Abdüllatif ŞENER’den solculara, Mustafa SARIGÜL’den sağcılara lider olur mu? Olmaz bence… Herkes merkeze ve herkese oynuyor…

Ama o işin aslı parti içi koalisyondur… Ne CHP içindeki İlhan KESİCİ CHP’yi sağa yaklaştırır, ne AKP için Ertuğrul GÜNAY AKP’yi sola yaklaştırır…

Bunlar parti içi azınlık koalisyon ortaklarıdır. Tabanda da alınan oyun çoğunluğu o partinin sağ veya sol tabanından gelir.

AKP ve ANAP gibi, dönemsel partiler, iktidar için kurulmuş ve muhalefete düştüğü anda bitmeye mahkûm partiler, her kesimden ismi toplayabilir. Çünkü orada amaç iktidar olmaktır. Oraya giden siyasetçi de iktidar için oradadır.

Ya da İlhan KESİCİ örneğindeki gibi, sağ bir iktidara sağ bir muhalefet bulamamaktan CHP’ye gidersin, sağ bir alternatifi bulduğun anda da yuvaya dönersin. Nitekim öyle de olacaktır.

Ben çok yakınımdaki arkadaşlarımdan biliyorum, dibine kadar sağ görüşlü olmasına rağmen, AKP’ye muhalefet için, siyaset yapmak için CHP’ye giren…

AKP’yi ne CHP, ne MHP, ne Saadet, ne de yeni iktidar alternatifi amacıyla merkeze konumlanmaya çalışan ŞENER – SARIGÜL bölebilir, bitirebilir… AKP’ye yukarıdaki 3 partiden giden oylar iktidar yapmadı… CHP’li ve MHP’li kimse AKP’ye oy vermedi… Saadetin oyları da tek başına iktidar yapacak kadar Milli Görüş oyu yok Türkiye’de… AKP merkez sağ oylarla tek başına iktidar oldu…

ŞENER ve SARIGÜL yanlarına bir ikinci ünlü – başarılı – siyasetçi ismi hala alamadıkları sürece, iktidar alternatifi de olamazlar… Herkesi kucaklıyoruz demek yeterli değil…

AKP bu noktaya gümbür gümbür, bir sürü siyaseten ünlü isimle geldi… Öyle sadece gücümüz halktan alıyoruz demekle olmuyor…

Yapılması gereken belli… Parti içi koalisyon… Ama bunun bir koalisyon olduğunu bilerek… Koalisyonun büyük ve küçük ortaklarının olduğu bilinciyle… “Merkez partisi olduk, içimizde herkes var” derken dikkatli olmak gerekiyor…

Bu arada birleşme ile ilgili haberlerde de dikkatimi çeken birkaç konuyu paylaşmak istiyorum… Gazetelerde doğru düzgün haber yok konuyla ilgili… İnternette de hep aynı yüzeysel haberler… Yalnızca samanyoluhaber.com sitesi, yapılan tüm tüzük değişikliklerini detayıyla vermiş… Diğerleri yalandan gazeteciliğin kanıtı…

Ha bir de, eleştirmek isteyenler, 0+0=0 gibi yorumlar yazmış, “ANAP tarih oldu” gibi iğneleyici başlıklar atmış… Buna da bir açıklama yapmak gerekiyor ki, kanunen iki parti, iki dernek, iki kulüp, resmiyette şirketler gibi birleşemiyor, birinin kapanıp diğerinin çatısı altına girmesi zorunlu… Önemli olan, bu birleşmeden sonra eşit sayıda yetki ve sorumluluğa sahip eski partililerin yönetimde olmasıdır ki bu da gerçekleşti bu birleşmede… 0+0=0’a gelince, AKP ve ANAP 1’den mi doğdu bakmak lazım…

NUR ERDEM ÖZEREN

01.11.2009