21 Şubat 2010

129 - KoruMA! YasaMA! YürütME! YARgı!

Yasama, Yürütme, Yargı… Neden bu sırayla yazılır? Aslında Yasama Yürütme’nin, Yürütme de Yargı’nın üzerinde midir? Eğer bu sırayla gidersek, Türkiye için bu 3 “erk”in başına bir de ülkemizi her türlü düşmandan korumakla sorumlu TSK’yı koyabiliriz diye düşünüyorum…

İnanın bir vatandaş olarak, son dönemde yaşananları anlamakta güçlük çekiyorum… Tüm açıklamaları detaylarıyla dinleyen, söylenenleri araştıran ancak hukukçu olmayan biri olarak, işin hukuki boyutuyla ilgili yorum yapmayacağım…

Son dönemde yaşananlar, Yargı’yı orta yerden “yar”mış, bir kurumu, bir olguyu ve onunla ilgili itibarı yerle bir etmiştir…

Burada üç ayrı konu var irdelenmesi gereken… Birincisi, anlaşılan o ki kanunlarımız fazlasıyla tutarsız ve yoruma açık… İkincisi, yargı siyasallaşmış, kutuplaşmış, tarafsızlığını yitirmiş ve her kesim tarafından baskı altına alınmıştır… Üçüncüsü ve bence en önemlisi, Türk insanı ahlakını ve değerlerini yitirmiştir…

Bendeki ilk kanı, kanunlarımızın tutarsızlığı algısı… Bir Adalet Bakanı çıkıyor ve ilgili maddeler ile birlikte HSYK’nın bu konuda yetkisi olmadığından bahsediyor…

Aynı zamanda yargının en tepesindeki Yargıtay başkanı da açıklıyor, “arkadaşlarımızla değerlendirdik ve HSYK kararının hukuka uygun olduğuna karar verdik” diyor… Burada ilk sıkıntı, her ne kadar yüksek yargıçlar bile olsalar, bu kararın arkadaşlarla oybirliğiyle alınması ve açıklamada Adalet Bakanı’nın yaptığı gibi ilgili maddelerle hukuk dayanağının belirtilmemesi…

Ancak ikincisi, bu kararın uygulanıyor olması… Madem ki HSYK’nın böyle bir yetkisi yok, nasıl uygulanıyor?

Bu nasıl bir hukuk devletidir ki, hukukun en üst kurumlarının bile yetkileri yoruma açık! Bu kadar çelişkilerle dolu, bu kadar yoruma açık kanun olur mu? Böyle hukuk devleti olunur mu?

İkinci konuya gelirsek belki de çözeceğiz sorunu… Yargı siyasallaşmış, kutuplaşmış, tarafsızlığını yitirmiş ve her kesim tarafından baskı altına girmiştir… Bu çok doğru… En başta yürütme, siyaset, yargıya, hukuka müdahale etmektedir… Ancak burada tek sorun, Yürütme’nin müdahalesi değildir… Yargının ta kendisi de, içindeki bireyleri ile birlikte siyasallaşmıştır… Sorun şu ki, sadece siyaset hukuka karışmıyor, hukuk da hem hukuka hem siyasete karışıyor…

Yargıyı dokunulmaz kılmak isterken ve kutsal, siyaset üstü konumlandırmak isterken, bizzat yargı içinde ikilik yaratmak da yargının dokunulmazlığının ve kutsallığının kendi elleriyle yok edilmesidir…

Biz Türk halkı olarak artık hukukçuların tarafsızlığına ve bağımsızlığına olan inancımıza yitirdik… Çünkü gerçekten de, yargı içinde farklı görüşlere sahip hukukçuların varlığı ve buna göre kararlar aldığı resmen ayyuka çıkmıştır…

İnsanların taraflı olması kadar doğal bir şey yoktur… Bağımsız da olamayabilirler… Ama üzerlerine giydikleri roller ve statü tarafsız “olmayı” değil tarafsız “davranmayı” gerektiren hukukçuların hükümet yanlısı veya karşıtı olarak kendilerini konumlandırmaları kadar abes bir durum yoktur, ve depremin “yar”dığı yer de budur..

Zaten en temel sorun da, her biri birer “Türk İnsanı” olan bu kişilerin ahlakındaki derin “yar”ıklardır… Ben hukuku uygulayan kişilerin hükümet yanlısı veya karşıtı oluşa göre karar almasını yaşadıkları ahlak çöküntüsü olarak nitelendiriyorum…

Yıllardır siyasetçileri lekeledik durduk… Onlar şerefsiz, onlar hırsız, onlar çıkarcı, onlar ahlaksız dedik… Siyaseti öyle bir lekeledik ki, temiz siyasetçi bırakmadık…

Ama benim yıllardır savunduğum konuyu bugün siyasete diğer kurumlardan karışıldıkça gördük ki, aslında sorun siyasetçilerin değil, toplumun topyekün ahlakının bozulması… Siyasetçiler bu toplumun aynası diyordum, şimdi herkes ayna tutuyor ahlak çöküntümüze…

NUR ERDEM ÖZEREN

21.02.2010

Hiç yorum yok: