27 Kasım 2007

Mutlu Yıllara…

Öyle bir ilişkiye tutulursunuz ki,
Ne sevebilir, ne terk edebilirsiniz. Kör kütük bağlanmışsınızdır aslında…
En güzel yıllarınızın, en tatlı hatıralarınızın ortağıdır,
İç çekişmelerinizin nedeni, yazılarınızın ilhamı, sohbetlerinizin konusudur,
Göz yaşlarınızda, bilinçaltınızda, kahkahanızdadır.
Korkunca saklandığınız bir sığınak,
Coşunca öptüğünüz bir bayrak…
Sevdanız riyasız, çıkarsız, karşılıksızdır…
Sınırsız ve nihayetsiz…
Ölmek var, dönmek yoktur…
Gün gelir anlarsınız, içten içe bir şeylerin kanadığını,
Tutkulu sevdaların gizli hançerleri başlar parıldamaya…
Şurasından burasından eleştirmeye koyulursunuz;
“Şöyle görünse, öyle demese, değişse biraz, ya da eskisi gibi olsa…”
Başkalarını örnek göstermeye, bak onlar nasıl yapıyor demeye başlarsınız.
Hem birlikte yaşayıp, hem özgür olmanın yollarını ararsınız.
Aşkınızın gözü kör değildir artık,
Yanlışını görür, düzeltmek istersiniz.
“Eskiden böyle miydi yaa…” diye başlayan sohbetlerde açılır eleştirinin kapısı;
Açıldıkça, bastırılmış itirazlar yükselir bilinçaltınızdan…
Böyle süremeyeceğini bilirsiniz.
Değişsin istersiniz. O sevgisizliğinize yorar bunu… ihanete sayar.
Tutkulu ilişkilerde ihanetin bedeli ölümdür.
“Ya sev böyle, ya da terk et!” diye gürler…
Bir zamanlar bir gülücüğüyle alacakaranlığı ısıtan o rüya,
Bir kabusa dönüşür birden…
Kapatır gönlünün kapılarını, yasaklar kendini size…
Hoyrattır bakmaz yüzünüze…
Zehir akar dilinden konuşturmaz, suçlar, yargılar, mahkum eder.
Mühürler dudaklarınızı, önemsemez yazdıklarınızı, siler sizi defterden,
“İyiliğin içindi hepsi, seni sevdiğim içindi” dersiniz,
Dinletemezsiniz, ayrılırsanız, yaşayamayacağınızı bilirsiniz ama
Böyle de devam edemezsiniz…
İhanetten, ilgisizlikten ve sevgisizlikten kırılmıştır kaleminiz bir kere
Sevdiğiniz halde…
Terk edilirsiniz…
“Madem öyle”nin çağı başlamıştır bir kere…
Madem ki siz böylesine tutkunken boş vermiştir hayatı,
Madem ki kıymetinizi bilmemiştir,
O halde “günah sizden gitmiştir”.
Lanet ederek bu karşılıksız aşka çekip gitmeleri denersiniz.
Aşkın göçmenli çağı başlar böylece…
Daha özgür olacağı limanlara demirler bir süre,
Ne var ki unutmaz, unutulmazsınız…
Etrafı bir sürü uğursuzla dolmuş, kurda kuşa yem oluştur.
Deli kanlılar, eli kanlılar, uğruna ölenler,
Üstüne binenler sarmıştır çevresini…
Gurur duyar onlarla, koynunda besler, gözünü oysunlar diye.
Uğruna kan dökenleri sever, yoluna gül dökenlerden fazla…
“Bana ne… kendi seçimi” diye omuz silkmeye çabalarsınız bir süre…
Ama sonra… ansızın kulağınıza çalınan bir şarkı
Ya da kapı aralığından süzülüp gelen bir koku,
Hatırlatır onu yeniden…
O yaban ellerde, başka kollarda,
Siz ondan bahseder ağlarsınız.
Kokusunu özlersiniz, türküsünü söylemeyi, şarkısını dinlemeyi,
Yemeğini yemeği, elinden bir bardak su içmeyi…
Karşı nehrin kenarından
Hasret türküleri haykırırsınız, sular kulağına fısıldasın diye…
Dönüp hala seni seviyorum diye bağırmak geçer içinizden…
Dönemezsiniz…
Göremedikçe bağlanır, uzaklaştıkça yakınlaşırsınız…
Anlarsınız ki bir çaresiz aşktır bu,
Ne onunla olur, ne onsuz…
Hem kollarında ölmek, kucağına gömülmek arzusu,
Hem “ne olacak sonunda” kuşkusu…
Böyle sevemezsiniz, çok özlersiniz, ama sürünür gidersiniz…
Sana ne zaman tutulduğumu hatırlamıyorum.
Üzerinden çok zaman geçti.
Ama eminim ilk tanıştığımız güne denk geliyordur.
Çünkü sen zaman içinde sevileceklerden değildin,
Hani uzun uzadıya düşünülüp, ölçülüp, tartılacaklardan…
Zaten böylesine aşk da denmez,
Aşk dediğin ilk görüşte gelir, yerleşir yüreğine…
O gün bugündür hiç eksilmedi, hiç eskimedi yüreğimdeki yerin,
Sana her seferinde ilk günün heyecanıyla dokundum,
Hep aynı tadı aldım, aşk için bütün şeyleri yalanlarcasına…
Neydi beni sana bağlayan?
Seninle geçen dakikaların verdiği haz mı?
Ah evet! İnsana hiç bitmese dedirten o dakikalar…
Yoksa sende insanı kendine esir eden bir şeyler mi var?
Sigara gibi, alkol gibi…
Zaman zaman vazgeçmeye çalıştım senden.
İnsan tutkularından kurtulmak ister nedense,
Suçlu hisseder kendini, korkar…
Benimki de öyle bir şeydi işte…
Ama hep kısa sürmüştü ayrılıklar…
Ayrılık sonrası kavuşmalarımız da daha coşkuluydu özlemin etkisiyle…
Düşündüm de seninle hiç kötü anım yok,
Sen yokken yaşananlar dışında…
Oysa uzun beraberliklerde kaçınılmazdır ya bu,
Ya da var da ben mi sildim hepsini hafızamdan?
Yalnız sen son yıllarda çok değiştin,
Daha mütevazıydın eskiden, oturmanla kalkmanla…
Sen de haklısın zamana ayak uydurmak gerek.
Ben senin her halini seviyordum, hem biliyordum, özünde aynısın.
“Her halini seviyorum” dedim,
Seviyorum elbet ama,
Senin o teninin iyice yanık olduğu zamanlar var ya,
Hani neredeyse siyaha yakın,
İşte o haline hiç dayanamıyorum…
Hangi saate nerede aklıma düşeceğin belli değil,
Uykuda… sokakta…
Biliyorsun, olur olmaz saatlerde arayıp buluyorum seni.
İşin garip yanı ne biliyor musun?
Senin için yanıp tutuşurken,
Başkalarının da aynı duygular içinde olduğunu biliyorum,
Hatta sana dokunduklarını da…
Kızamıyorum onlara, biliyorum sana karşı koymak mümkün değil…
Aslında ilk günden beri biliyorum,
Benimki tek taraflı bir aşk…
Sen sevmek için değil sevilmek için yaratılmışsın…
Ama tükettik her şeyi…
Elimde kalan hasret şimdi…
Özledim seni…
Ayrılık yüreğimi karıncalandırıyor nicedir…
Beynimi uyuşturuyor özlemin...
Çok sık birlikte olmasak bile, benimle olduğunu bilmenin bunca zaman içimi
Nasıl ısıttığını yeni yeni anlıyorum.
Yokluğun,
Hatırladıkça yüreğime saplanan bir sızı olmaktan çıkıp
Mütemadiyen bir boşluğa,
Sabahları seni okşayarak başlamaları,
Akşamları her işi bir kenara koyup
Seninle baş başa konuşmaları özlüyorum…
Oynaşmalarımızı, yürüyüşlerimizi, sevimli haşarılığımı, çocuksu küskünlüğümü…
Nasıl da serttim başkalarına karşı seni savunurken
Ve ne kadar yumuşak,
Bir çift kısık gözle kendimi ellerinin okşayışına bırakırken…
Gitmeni asla istemediğim halde buna mecbur olduğunu görmek
Ve sana bunları söylemeden gitmene izin vermek…
“Beni ne kadar çabuk unutursan
O kadar çabuk kavuşacaksın mutluluğa” demek,
Sana ne de zor…
Seni görmemek ve belki yıllar sonra karşılaştığımızda
Bana bir yabancı gibi bakmanı izlemek…
Yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek…
Gittin sen... Ben arkandan sadece baktım. Oysa söyleyecek o kadar çok şeyim vardı ki...”Gidersen, iyiye dair ne varsa içimde yitireceğim hepsini. Gidersen, sönecek içimdeki ateş ve bir daha hiç kimse yakamayacak. Gidersen, karanlığa mahkûm edeceksin günlerimi.O karanlıkta yolumu kaybedeceğim...” diyecektim sana. Konuşamadım...
Gittin... Gidişini görmemek için gözlerimi kapattım. Öğlesine acıdı ki içim, anlatılmazdı bu. Acım yaş olup akmalıydı gözümden. Ağlayamadım...Gittin... Gidişini önlemek için tutmalıydım ellerinden. Ellerim değil miydi her dokunuşunda seni ürperten?! Ürperirdin yine biliyorum. Bir kez dokunsam, bir kes tutsam ellerini, Gitmek için biriktirdiğin bütün cesaretin kaybolurdu. Tutamadım...Gittin... Bir yıkım gibiydi gidişin. Sen adım adım uzaklaşırken benden çöküp kaldı bedenim olduğu yerde. Nice terk edişlere dayanan bu yürek bu kes yenilmişti. Bu kadar zayıf değildim ben, kalkmalıydım. Kalkamadım...Gittin... Oysa ben geldiğin gün gideceğini biliyordum. Hazırdım gidişine. Kaçak zamanları yaşıyorduk. Zaman bitecek ve sen gidecektin. Bense gidişinin ertesi günü hayatıma kaldığım yerden devam edecektim. Edemedim... Başlayamadım... Gittin... Bir şey söyledin mi giderken?‘KAL’ dememi istedin mi? Son bir kez ‘ SENİ SEVİYORUM ’ dedin mi? ‘BEKLE BENİ DÖNECEĞİM’ dedin mi? Beynim öylesine uğulduyordu ki... Duyamadım...Gittin...Nereye gittiğin önemli değildi. Binlerce kilometre uzaklarda dahi olsan, İki metre ötemde de, fark etmiyordu. Artık yoktun ve asıl bu düşünce beni felç ediyordu. Kurtulmalıydım senden, Bu yokluğun duygusundan kurtulmalıydım. Kurtulamadım...Gittin... Unutulanların arasına katılmalıydın. Anıları bir sandığa koyup hayatı Bir yerinden yakalamalıydım. Bu aşk noktalanmalıydı, Bu sevdadan vazgeçmeliydim. Yapamadım...

Gittin... Bil ki; Sevmekten vazgeçmedim seni, Bil ki seninle birlikte sevdanı da taşıyacağım yüreğimde. Bil ki seni... Unutamadım...
Gittin sen, tüm gidenler gibi…
Tam beni tamamlayacağını düşünürken,
Yine ben eksik kaldım…
Gülümseyişlerim takılı kaldı yüreğimde…
Sonu yok, ışığı yok bir yolda, ıssız, sessiz kaldı sevdam…
Ama sen gittin… tıpkı diğerleri gibi…
Korkup kaçtın belki de bu sevdadan.
Küçük bir çocuktu kocaman yüreğiyle seni seven,
Ama sen sığdıramadın kalbine,
Taşıyamadın doğru dürüst…
Pes edişin de ondandı belki.
Başka cümlelerin ardına sığınman,
Yalan yanlış sevdalara takılman…
Gözlerine baktığım zaman çoğaldığımı hissediyordum.
Öyle anlamlıydı ki, hayatın tüm gizemi senin gözlerindeydi sanki,
Her şey o “toprak kahvenin” içinde saklıydı.
Ama sen aniden kapattın o gözleri,
Aldın toprağımı benden…
Tüm sırlar da toprağın siyah dehlizlerinde kapalı kaldı…
İşte ondan sonra başladı her şey…
Kalp ağrılarım, baş ağrılarım, gece yarısı sebepsiz haykırışlarım…
Bana bıraktığın ve içimde kalan o topraktı,
Vatanım dediğim belki de tüm bunlara sebep olan…
“Kötü bir oyun seyrediyorsun, geçecek” diyordum kendime,
“Bak geçince hiçbir şey kalmayacak
Arda kalanlar eksi sonsuzluğa uğurlanacak” diyordum.
Ama olmadı…
Geçmedi…
Her şey artarak çoğaldı…
Pişmanlıklar sardı çevremi,
“Keşkeler” birikti içimde,
“Acabalar” dolaşıp durdu beynimde…
Hepsi benden bağımsızdı.
Hiçbir organıma söz geçiremedim.
Hep sen çoğalıyordun, hep sen büyüyordun içimde…
Sana dönüşmeye başladığımı anlayınca da bir direniş başlattım kendime.
Artık hiç konuşmuyorum kalbimle…
Kendi haline bıraktım onu.
Ne derse desin, ne isterse istesin hiç aldırmıyorum.
Tıpkı derin dondurucudan çıkmış gibi bir kalbim var artık benim.
Buz gibi…
İçindeki her şey dondu…
Sevgiler, sıcak gülümseyişler, arzular, istekler…
Belki bir gün üzerindeki buzlardan sıyrılıp
Artık ben de varım diyerek yeniden ortaya çıkar ve bana döner; kim bilir.
Ama o güne kadar buz gibi bir “mavinin” arkasından bakacağım dünyaya…
Senin bana verdiğin o “acı kahveyi” içeceğim.
Kolay değil çünkü kalbimde kuruyup çatlayan susuz toprağa
Yağmur yağdırmak yeniden…
O yüzden zamana bırakıyorum her şeyi.
Bakmadığın bir çiçek nasıl soluyorsa
O “toprak kahvesi de” bir gün elbet solacak.
İşte o gün yağacak nisan yağmuru…
Hayatımda ilk kez sana açtığım kalbimde
Bundan böyle sadece bahara açacak, sadece bahara…

Doğum günün kutlu olsun…
Mutlu yıllara…

Alper COŞKUNÇAY

Hiç yorum yok: