28 Nisan 2007

18 - “Demokrasi”ye bak “Demokrasi”ye...

İlk defa bir yazıma başlarken çok uzun olacağını biliyorum. İlk defa söyleyecek o kadar çok sözüm var ki, gece saat 01:30’da uzun uzun yazmak üzere aldım önüme bilgisayarımı...

Aslında “sadece” Abdullah GÜL’ün adaylığı ve Cumhurbaşkanı seçimi ile ilgili bir yazı yazacaktım... 3 gün önce, “tek” aday açıklandığında... Ama “gelişmeler”, olayı çok farklı bir tarafa götürdü.

Abdullah GÜL, “tek başına” bakınca, Cumhurbaşkanlığı için bence “nitelikli” bir isim. Tahsili ile, duruşu ile, ağırbaşlılığı ile, “temiz”liği ile; ki onca AKP’li isimden kimileri yolsuzluklar, kimileri ise geçmişteki anti – laik söylemleri nedeniyle bu kadar “kirlenmiş” durumdayken, doğru bir isim bence.

Öyle konuşulduğu gibi “kukla” falan olacak bir kişi de değil. Fazilet Partisi’nde “gelenekçi – yenilikçi” ayrımını başlatırken, bu geleneği, hem de en güçlü zamanlarındayken, sarsan kişi Abdullah GÜL’dü, ve o zaman kimse Recep Tayyip ERDOĞAN’ı ve Abdullah GÜL’ü onun yönettiğini falan konuşmuyordu. Ve bu kadar “güçsüz” bir insan olsa böyle güçlü bir iktidar içinde “ikinci adam” olamazdı. Bu tip yorumlar yapanların, GÜL’ün tabandaki gücünü ve şu anda bulunduğu konumu gözardı ettiklerini düşünüyorum. Bu konum, öyle “kukla”lıkla falan elde edilemez.

Ama bir yerlerde “çok büyük” bir problem var. Evlilik öncesinde karı – koca adayları yalnız başlarına karar veremezler, hiç bir konuda, isteseler de, aileler de “evlenir”... Evlilik sonrasına bakınca da, bireylerin, hele ki konumları itibariyle “birey”likten çıkıp “toplum”a mal olmuş bireylerin yaptıkları şeyler “bireysel” olarak algılanamaz, çekirdek ailenin tamamını bağlar. Bu durumda, Türkiye Cumhuriyeti aleyhine A.İ.H.M.’ye dava açan birinin Türkiye’nin “First Lady”si olmasına ben tahammül edemem, ve bu “bireysel” bir tercih olarak değerlendirilemez, “toplum”u bağlar.

Ama bir de şöyle bir gerçek var, Abdullah GÜL bu ülkede “Başbakanlık” yaptı, Bu ülkede ERBAKAN da “Başbakanlık” yaptı... O zaman neredeydi şimdi bağıranlar? Cumhurbaşkanlığı bu kadar mı farklı? Başbakan da bu ülkeyi içeride ve dışarıda temsil etmiyor mu? Başbakanlık makamı “demokratik, laik Cumhuriyet”in kalesi değil mi?

Benim bu noktada anlayamadığım bir başka konu, AKP içindeki ANAP, DYP ve MHP kökenli milletvekillerinin tavırları. Neticede AKP “merkez sağ”ın tamamından isimler barındırıyor içinde, “merkez sağ”ın yeni “merkez”i... Yıllarca sanki sadece “sol” a karşı mı muhalefet etmişlerdi bu isimler? Ben 4,5 yıldır bir çok kişinin aksine AKP’yi tehdit olarak görmedim, çünkü içinde çok sayıda “kaygıya neden olan görüşlerin sebebi Milli Görüş Geleneği”nden gelmeyen, ANAP, DYP ve MHP kökenli milletvekili ve diğer makamlarda kişiler vardı. Asıl emniyet subabı Ahmet Necdet SEZER ya da Ordu değil, bu milletvekilleri idi benim için. Ama “bugün”, yıllarca muhalefet ettikleri “konu”lardan birini destekliyorlar. Eminim ki bugün bu kişiler “eski partilerinde” olsalardı, bu şekilde oy kullanmazlardı. “İktidar Gücü” biraz da burada devreye giriyor sanırım.

Keşke T.B.M.M. içindeki herkes “demokratik” bir şekilde oy kullanabiliyor olsaydı, “grup kararı”ndan bağımsız. O zaman Cumhurbaşkanı’nı “bir kişi” değil, T.B.M.M. seçmiş olurdu. O zaman “bir kişi” değil, “bir kaç kişi” aday olabilirdi. Asıl handikapımız burada... Bugün “demokrasi”mizde “Cumhurbaşkanı Adayı”nı “İktidar Partisi Genel Başkanı” belirliyor. Halk veya “kamuoyu” değil. “Demokrasi”ye bakın...

Ama öyle bir “demokrasi” ki bizimki, ANAP ve DYP’den meclise oy kullanmaya giden milletvekillerinin varlığı, “lider”lerinin “gücü”nün ve “hakimiyeti”nin göstergesi olarak değerlendiriliyor. CHP milletvekili Esat CANAN’ın partiden ihracı konuşuluyor. “Demokrasi”ye bakın...

Aynı “demokrasi”nin seçiminin sonucu, Anayasa Mahkemesi’nin kararına bağlı. “Demokrasi”nin göstergesi T.B.M.M.’de sonuçlandıramıyoruz “seçim”i... “Demokrasi”...

CHP, 4,5 yıldır “kendini şaşırmış körü körüne muhalefet”ini “Cumhurbaşkanlığı Seçimi”nde de gösterdi. Sayın BAYKAL, Tayyip ERDOĞAN’ın “adaylığını engelleme” “başarı”sını gösterdiklerini düşünüyor. Zihniyet... “Demokrasi”...

“14 Nisan Mitingi” de bu işe yaradı. Orada sadece Tayyip ERDOĞAN’ın adaylığına karşı çıkıldı... “Sizi istemiyoruz, siz olmayın da kim olursa olsun” dendi Recep Tayyip ERDOĞAN’a.. Biz “şunu” isteriz demedi kimse. Keşke deseydi..

14 Nisan’da kendini “tam” anlatamayanlar, bu kez Çağlayan’da buluşuyor... “Demokrasi” için... “Muhalefet yetersizliği”, muhalefeti “meclis dışı”nda arattırır oldu Türk Milleti’ne...

Ama az önce,“demokrasi”ye bugüne kadar 4 kez “müdahele” eden Türk Silahlı Kuvvetleri, “2007” yılı dünyasında, “demokratik” Türkiye Cumhuriyeti’nde bir müdaheleye daha hazırlandığını gösterdi. Kimine göre muhtıra, kimine göre bildiri... Ama yöntem ilginç... “Basın Bülteni”... Ve “internet”...

Peki Türk Silahlı Kuvvetleri, neden zaten “düzenli müdahele için icat edilmiş” Milli Güvenlik Kurulu’nda açıklama yapmıyor? Konunun “önemini” ve “vehametini” belirtmiyor? Ya da “iktidar”a hemen bu günün akşamında “birebir” görüşme ile sıkıntısını dile getirmiyor? Bunun yerine 12 Nisan’daki konuşma ve 27 Nisan’da “basın açıklaması” ile “müdahele” ediyor.. Neden? Ordu’nun “demokrasi” anlayışı da bu mudur?

Merak ediyorum, ordu “müdahele”sinin şeklini değiştirirse, mutlu olacak mı bir tarafta işi bu kadar yokuşa sürenler, bir tarafta orduyu gaza getirenler? O zaman nerede iktidar olacaklar? Nerede muhalefet olacaklar? “Demokrasi” nerede kalacak?

Bugüne gelmemizde, hem iktidarın, hem de CHP’nin, dikkat edin, muhalefetin değil, CHP’nin, büyük suçu var. Çünkü DYP ve ANAP’ın gücü belli, buna rağmen “seçime gidelim” diyor.. Israrla... Ama CHP, 367’ye takılacağına, “sine – i millet”e gidebilirdi.. Alın size “seçim”, alın size “demokrasi”...

Ama sabredemedik.. Özellikle çığırtkanlık yapanlar sabredemedi “seçim”e kadar... Ya da oraya odaklanıp “seçim”i erkene alma dirayetini gösteremediler... Çözüm “seçim”deydi... İster 2 ay sonra olsun, ister 6 ay sonra... Tepki varsa, AKP’yi indirin iktidardan, ne güç kalsın, ne güçlü Cumhurbaşkanı...

Deniyor ki, hem Meclis Başkanlığı, hem Başbakanlık, hem de Cumhurbaşkanlığı aynı zihniyetin elinde olacak.. Ne zaman? 5 ay... 2 ayı, Temmuz – Ağustos, meclis tatil... Sonra... Seçim propagandaları başlamış olacak... Kim olursa olsun bu makamlarda, bu süre içerisinde ne yapabilir?

Burada “tüm muhalefet”in yapması gereken, seçim için güçlenmeye çalışmaktı.. Birleşmeleri hızlandırarak... Geçmişine bakın “Türk Siyaseti”nin... Güçlü bir “sol”da birlik, “sol” bir siyasi parti, % 30’u zorlamaz mı? Adalet Partisi veya Demokrat Parti ekolünü temsil edebilecek “güçlü” bir “sağ” parti, % 30’u zorlamaz mı? Bunun için çaba sarf eden yok... Herkes kendi köyünde muhtar olma hevesinde... 30 Parti ile seçime... Sonuç...? AKP’nin gücü bu “birlik”ten geliyor... Bunu “becerebilen” olmadığı için 4,5 yıldır oy kaybetmiyor...

“Demokrasi”, içinden alternatifini çıkaracaktır umudu içindeydim, ama bu gece, gelinen son durum, bu umudumu kırdı... Ordu’nun açıklaması, ve son günlerdeki gelişmeler, “demokrasi”ye olan inancımı azalttı..

Benim yaşımdakiler, 1970 ve sonrası doğumlular, araştırmamışlarsa, askeri darbeleri çok iyi bilmezler, zaten okullarda da öğretilmez... Son günlerde dizilerden ve sinema filmlerinden azar azar öğrenmeye başlıyorlar... Ama ben sebeplerini, sonuçlarını, uzun vadeli sonuçlarını araştırmış olan, ve bilen biri olarak biliyorum ki, Türkiye’nin bir “askeri darbe”ye daha gücü yok... 2007 yılındayız, hele ki 2007 yılı dünyasında, öyle 10 yıl, 20 yıl değil, 84 yıl öncesine geri döneriz...

NUR ERDEM ÖZEREN
28.04.2007 – 03:00

Hiç yorum yok: