22 Kasım 2008

74 - Issız Ada’m… 1

Karda donmak üzeresin, uyumak tatlı geliyor ama, sen, öldüğünün farkında değilsin…

Çağan IRMAK, yine harika bir iş daha çıkardı… İçeriğini mi yazsam diyorum… Bana yaşattığı duyguları mı… Düşündürdüklerini mi…

Filmi ayrı değerlendirmek gerek… Sinema filmi yorumunu ayrı yapmak gerek… Anladım… Filmin içindeki detaylara dikkat çekerek… Duyguları, düşünceleri ayrı anlatmak…

Her karesini ayrı takdir ediyorum filmin… Çağan IRMAK çok iyi tanıyor Türk insanını… Neye gülüp neye ağlayacağını… Neye güldürüp neye ağlatacağını…

İzleyicisini içine çekip alacağını, herkesin kendinden bir şeyler bulacağını biliyor, kendinden emin, o nedenledir ki filmin sonunda diyor ki, “İzleyicisine adanmıştır…”

Nasıl “word of mouth” yaratacağını çok iyi biliyor… En iyi tanıtımın kulaktan kulağa olduğunu biliyor, bunun araçlarını kullandırtıyor “hedef kitle”sine…

Kim izliyor bu filmi? 18 – 35 yaş arası, aşk acısı çeken herkes… Bu insanlar ne kullanıyor şu anda iletişim için? Facebook ve msn… Yoğun olarak… Birinde statü yazıyorsun, birinde ileti… Oraya yazdıracak bir şeyler varsa, tanıtımın hası…

İşte başlangıç sözüm bu işe yaradı… Herkes yazdı iletisine, statüsüne… Yazmaya devam ediyor gittikçe filme…

Müzikleri kullandı yine… Plak satışlarını patlattı… Geçmişe götürdü… İkinci posta parayı da film müzikleri albümünden kazanacak…

Filmde anlatılan her şeyle örtüşüyor şarkılar… Film bir şeyler anlatıyor, ayrı, ama bir de şarkıları anlatıyor… Sözlerinde kayboluyor filme dalıp gidenler…

Şarkıları dinledikçe herkes, her yerde çalındıkça, hele bir de normalde çalınmayan şeyler olduğundan, film konuşuluyor…

Bu işin tanıtım kısmının profesyonelliği… Filmin içi ise muhteşem detaylarla dolu… Herkesin kendinden bir şeyler bulacağı detaylar…

Aşka dair… Anne ile ilişkiye dair… Bunların altını çizmek gerek… Ne kadar iyi gözlem ve tespitler yaptığını Çağan IRMAK’ın… Oyuncuların ne kadar iyi yansıttığını bunları…

Herkes muhteşem rol yapıyor… Rol değil… Yaşıyor… Yaşattırıyor… Her beğendiğim görsel yapımdaki yorumum…

Yemek yerken konuşan gıcık Kerem bey… Kendince süper tespitler yapan… Etrafındaki dolu insanların da gülüştüğü… Her yerde var o modelden…

T-shirt satan, adamın tarzını bilmediği için yardım edemeyen “60’lar 80’ler Retro” çalışan dükkânın satışçısı… Dünya umrunda değil…

Mutfakta çalışanlar… Onlara dair detaylar… Patrona olan saygıları, aynı zamanda samimiyetleri… Şenol’un Alper “Bey” – Alper “Abi” ikilemi, kızların kendi aralarındaki dedikoduları, Alper – Ada kahvaltı hazırlarken arkada elleri köpüklü hayretle onları izleyen çalışan… “Mutlu yıllar paatroon…” derkenki iniş çıkışları… Şaşkınlıkları…

Doğallıklarına ne demeli… Ada’nın kıyafetleri… Konuşması… “Yani” deyişi… Ayrılık öncesi son sahnede, dolma tenceresini çıkardıktan sonra bardağı çıkarıp tezgâha koyarken çıkan sese verdiği "ayyh" tepkisi… Yemeden önce saçları soldan sağdan atışı…

Evden çıkmadan önce, ayrılıktan önceki son tokat öncesi, aptal aptal ne yapacağını bilemez birkaç adım atıp kendi çevresinde dolaşması…

Ada’nın anneyi Tarsus’ta ziyaret ettiği sıradaki kıyafetinin, düğün için aldığı, ama Alper’in beğenmediği kıyafet oluşu…

Sona gelince, Gamze’nin hamileliği ve sonraki sahnede çocuğun kaç yaşında olduğunu kutup ayısı yaşı ile geçen zamanın anlatılması…

Diğer detayları, filmin içeriğine dair yapacağım yorumlarda kullanmak üzere sonraki yazıya aktarıyorum…

NUR ERDEM ÖZEREN
22.11.2008

Hiç yorum yok: