23 Kasım 2008

76 - Issız Ada'm... 3

Tadını kaçırmak istemedim iki kişi arasındaki aşkın anlatımının… Anne ile oğul ve müstakbel gelin arasındaki ilişkiyi ayrıca yazmayı daha uygun görüyorum…

Düşünüyorum da bir yandan… Bir filmden bu kadar çok malzeme… Bu kadar çok yazı… Sesli düşünüyorum… Helal olsun Çağan IRMAK’a tekrar…

Kaç saatimi harcadım bu yazılar için belli değil… İçime sinemedi bir türlü… Tekrar tekrar baktım… Silip silip yazdım… Bir aradaydı, uzadıkça uzadı, ayırdıkça ayırdım…

Bu kadar mı çok şey anlatıp, bu kadar mı etkiler bir film? Ne çok şey varmış dökülmeyi bekleyen…

Tarsus’tan kalkıp gelen… Geleneksel aileden, kasaba insanı… Aile aynı aile… Çocuk ise kopmuş oradan, uzaklaşmış, bir değil, birkaç nesil ileri gitmiş… Ailenin gurur kaynağı…

Köylü, kasabalı, saf, temiz, doğal, iyilik meleği anne… Çocuğun yeni ve birkaç nesil ilerideki yaşamına adapte olamayan… Eve girerken çıkardığı ayakkabıları ile…

Annenin her hareketinden utanan çocuk… Bir türlü ona dayanamayan… Aldığı kıyafetlere, köylü, kasabalı hallerine…

Hatta geçmişini tamamen reddeden… Sabah kahvaltı ederken çalan telefonu açmak istemeyen… Ama akşam, “kafası güzel” olunca anneyle masum masum konuşan…

O konuşma sırasında Hümeyra’nın şarkısı fonda… “Sana bu karanlık, bu gürültü içinde, ellerimi uzatıyorum… Sen bu karanlık, bu gürültü içinde, görmüyorsun…”

Kaç kişi tanıyorum, içmeden duygularını ifade edemeyen… Ailesinin gelenekselliğinden utanan… Üzülüyorum…

Annesinin ona uzattığı eli tutmayan… Tutamayan… Hayatın içinde karanlıkta olan…

Annesinin kıymetini bilemeyen… Onu istemeden kıran… Restoranda kendini tutamayıp herkesin içinde annesine bağıran… Hatta bu sinirle Ada’sını da kıran Adam… Sonra pişman olan…

Yine anneyle konuşamayan… “Zor be anne… Çok zor…” İçinde patlayanları, kopan fırtınaları dışarı vuramayan… Konuşabilmek için içmeye giden sonra…

Önce hata yapıp, sonra içip kapıya elinde o saatte bulunabilecek yegâne kır çiçeklerini alıp dayanma durumu… “İçtik mi…?”

İlişki sırasında, anneye karşı, sevdiklerine karşı önce fevri davranışlarla kırıp, sonra içip içip affettirme çabaları… Her şeyin değerini sonradan anlama… Yapılan hatayı yapmadan fark edememe… Sonra çeşitli yöntemlerle özür dilemeye çalışma…

Ada’nın evden çıkınca düşüşüyle bir anda pişman olma… Eve geri çağırma…

Anne ayrı, Ada ayrı onun iyiliği için her şeyi yapmaya hazır…

Anne onu rahatsız etmesin diye fedakârlıktan asla kaçmayan… Koltukta bile uyuyacakken, “Geniş geniş, aydınlık aydınlık daha güzel be olm” diyen anne…

Adam’ın oraya ait hissetmediği için gitmediği düğün salonunda, sırf onun hatırı için eğleniyor“muş gibi” yapan kız… Onun annesini sen idare ediyorsun… Onun için…

Ve aslında asıl iki önemli detay… Anne’nin Ada ve Alper’le yaptığı kısa ama öz konuşma…

“Bu hay huyda insan yalnız olduğunu bilmez anlamaz… Ona sahip çık kızım… Onu yalnız bırakma bu şehirde…” Issız kalmasın…

Annenin sözünü dinle Alper… “Ada sana Allah’ın verdiği en büyük nimet…” Anlamadı Alper… Dinlemedi anneyi… Anneler anlarmış… Anlatıyor Çağan IRMAK… Anlayana…

“Yemek yapmanın en güzel tarafı, onu birine yedirmek ve yüzündeki ifadeyi izlemek…” Yazı yazmanın en güzel yanı da, birilerine okutmak ve yorumlarını okumak...

NUR ERDEM ÖZEREN
23.11.2008

8 yorum:

Adsız dedi ki...

Peki..
Önce seyrettim..
Sonra yazdım..
Sonra yazdıklarını okudum...
Ve..
Gördüm ki..
Yaşanılan olaylar, izlenilen filmler, dinlenilen şarkılar herkese "yaşanmışlıklar" ve
"öğrenilmişlikler" doğrultusunda hissettiriyor..
Neyi hissettiriyor?
Herkese farklı birşeyi hissettiriyor elbet..
Anlatı güzel..senaryo iyi..oyunculuklar harika..hissettirdikleri..farklı..
Bazıları kendini bulurken..
Bazıları kendini bulmak istedi belki..
Gözardı edilmemesi gereken "böylesine sevilmişlik"te var.. Belki her birimiz "böylesine sevilmişiz"dir sevmiş olmanın ötesinde..en az bir defa..
Duyguların yoğun olduğu bir film olduğunu kabul ediyorum tabii..Filme değil, olaya bakıyorum..olayı irdeliyorum..olayı yorumluyorum kafamda..
Ve çıkan sonuç hep aynı bende.."Kadın gittiğinde..!!!"
Kahrolası "yaşanmışlıklar" ve
"öğrenilmişlikler"...

Adsız dedi ki...

Erdem merhaba, filmi bu akşam seyredicem henüz seyretmedim, ama film için yazdıklarını okuyunca neden hala izlemedim dedim kendi kendime ellerine sağlık filmi izledikten sonrada yorumlarımı ileteceğim:)

Adsız dedi ki...

Dün gidebildim filme, malum durum:(
Aşk ne zor bulunuyor anlamak için izlenmeli bu film; sığ ilişkilerde boğulmamak için...
Filmi “Ada”lar izlemeli; o ayrılık acısıyla, yalan mutluluklara tüm yaşamlarını hapsetmemek için... Ama en çok da “Alper”ler izlemeli...”Ada”ları henüz GİTMEMİŞ tüm “Alper”ler... Sadece yalnız yaşlanmak isterken; o kocaman pişmanlıkla ve “ödünç hayatlarla” yaşlanmamak için...
Bir solukta okudum üç yazını da. Bir kez daha izlemiş gibi oldum teşekkürler:)
Eline, kalemine sağlık...

Adsız dedi ki...

akşam filmi seyrettim sabah gelir gelmez yazdıklarını okudum, tekrar filmi seyrettim sanki, ellerine yüreğine sağlık, böyle aşklar kolay bulunmuyor sımsıkı sarılmak gerek...film muhteşemdi...

NesiL dedi ki...

Aslolan şu ki; film beni derinden etkiledi..

2.defa sinemada izlemek ve akabinde DVD'sini almak yapabileceğim yegane eylem olur herhalde.

O kadar ayrıntılı ve farklı yönlerden ele almışsınki, üzerine edecek tek kelime bulamıyorum..Sadece filmi tekrar izlemek istiyorum..

Sevgiler...

NesiL dedi ki...

ALPER'DEN ADA'YA:

"Ne zor, senin için ebedi mutluluğun beni unut­mandan geçtiğini bilmek...

Gitmeni asla istemediğim halde, buna mecbur olduğumuzu görmek ve sana bunları söyleyemeden "Git artık" de­mek...

"Beni ne kadar ça­buk unutursan, o kadar çabuk kavuşacaksın mutluluğa" demek sa­na ne zor...

Sesimi, kokumu çe­kip alıvermek beynin­den, sesin, kokun hâlâ beynimdeyken...

... seni görmemek ve belki yıllar sonra karşılaştığımızda bana bir yabancı gibi bakma­nı istemek senden...

... yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek...

... ve sonra kendi ellerimle bindirip seni yabancı bir arabanın arka koltuğuna, ar­kandan pişmanlık gözyaşları dökmek ne zor...

Bunları düşündükçe, şu anda uzakta bir yerlerde üşüdüğünü sezinleyerek panikliyorum. Bütün engel­leri aşıp terkedilmiş caddeleri, kimsesiz sokakları. yalnız bulvarları arşınlayarak sana ulaşmak, sessizce başını okşamak, kulağına sevgi sözcükleri fısıldamak ve yavaşça üzerini örtmek geçiyor içimden...

Paylaştığımız bir mazinin, yitirdiğimiz bir geleceğe dönüşmesinden hicran duyuyorum.

Gizli gizli hüzünlendiğim akşamlardan birinde, terketmişlere özgü bir terkedilme korkusunu da yüre­ğimin derinlerinde duyarak sana koşmak istiyorum..

Yaptıklarım ve daha çok da yapamadıklarım için özür diliyorum". . .

ADA'DAN ALPER'E:

"Eğer hayatının bir anına gidip orada sonsuza dek kalacaksın deseler yalnızca iki şeyden birini seçmek isterdim.
Biri, o çocukluğumun bahçesindeki ağacın dalına asılı salıncakta sallanırken... Öteki, bütün hayatım boyunca en çok sevdiğim adamla öpüştüğüm ilk gün...
Herkes âşık olmanın ortak dilini bulup yazmaya çalışıyordu.
Ama aslında bu kadar basitti işte: Birini öptüğünde salıncakta sallanır gibi hissediyorsan âşıksın.
Nasıl olur da insan, dünya yüzünde, bütün bir ömür boyu hatta ondan bile sonra, sonsuza dek birlikte olmak istediği, her gördüğünde, hayır, yalnızca adını düşündüğünde bile kalbinin deli gibi çarpmasına engel olamadığı, belki de hayata geldiği an kaybedip sonra da çaresizce, farkında bile olmadan oradan oraya savrularak yıllar yılı arayıp durduğu parçasını bulmuşken mutsuz olur?
Kimi zaman birini sevdiğini düşünür insan.
Onu neden sevdiğini bir başkasına anlatabilir.
Sözcüklerle, uzun cümlelerle, yaşanmış hatıralarla, örnekler vererek... Bazen birini sevdiğine kendisini inandırır.
Onu sevmek için, daha çok sevebilmek için birşeyler yapar ya da bekler. Ama bazen birini delice sevdiğinizi bilirsiniz.
Hissedersiniz...
Bunun için hiçbir neden olmasa da sizin dışınızda bir güçle ona doğru çekilirsiniz.
Yerçekimi gibi doğal, kendiliğinden...
İsteseniz de engel olunamayan birşey...
Evet işte onu bulmuştum ama mutsuzdum.
Kendi kendime sabahlara kadar oturuyordum, neden deliler gibi gülmeyip ağladığımı anlayamıyordum.
Onu bulmuştum ama alamıyordum. Bu yüzden mi?
Sanki kaybolup gitmiş gölgeme bir yerde rastlamıştım ve yakalamaya çalıştığım anda yeniden elimden kaçıp gidiyordu.
Uzağa değil, yakınımdaydı, görüyordum, ama dokununca yeniden gidiyordu.
Belki de yıllar sonra, belki de hep böyle elle tutulamadağı için bunca değerli olduğunu mu düşünmeliyim?
Biliyorum, öyle derler. Ama bu doğru değil..
O günlerde de, şimdi de, bana sorarsanız aynı cevabı veririm. Masallardaki lambayı ovalayıp içinden çıkan cin, "dile benden ne dilersen," diye sorsa, çocukluğumda bir türlü bulamadığım o cevabı hemen söylerim:

Bütün bir hayat, onun kucağına yatmış, saçlarımı okşarken benimle konuşmasının yanında hiçbir anlam taşımaz". . .

( Çok sevdiğim alıntı yazılardır, Ada ve Alper gözüyle paylaşmak istedim bu defa...)

Sevgiler..

Nur Erdem Özeren dedi ki...

Paylaştığın için çok teşekkürler...
Harika yazılar...

Adsız dedi ki...

HEKESDEN BİR PARÇA.. ÇOK TANIDIK ÇOK BİLDİK.. YÜZÜMÜZE ÇARPILANLAR HATIRLAMAK İSTEMEDİKLERİMİZ .. BELKİ DE YAN KOLTUĞUNDA SEVGİLİNLE YAŞADIKLARIN.. YAŞAYAMADIKLARIN..